1 Mayıs ve Slack’te Görünmez Olan Emekçiler: Tatil günlerinde ofisi değil, sistemi sorgulamak gerek.

 


📚 İçindekiler – 1 Mayıs ve Slack’te Görünmez Olan Emekçiler

  1. Giriş: "Slack Online" Ama Kimse Gerçekten Orada mı?
    → Dijital varlık ile fiziksel yokluk arasındaki çelişki

  2. Emek Soyutlaştı, İnsan Silikleşti
    → Uzaktan çalışmanın insanı görünmez kıldığı yeni düzen
    → Kamera kapalı, mikrofon sessiz, ama mesai açık

  3. Hibrit Modelin Görünmez Sınıfı: Evdeki Ofis İşçileri
    → Ofiste masa kapma savaşları bitti, şimdi görünürlük savaşı var
    → Slack mesajının sesiyle var olma çabası

  4. Yapay Zekâ Çağında İnsan Kaynakları: Kaynak mı, İnsan mı?
    → "Employee experience" anketlerinin sahte mutluluğu
    → Robotlaşan süreçler, insani bağların yokluğu

  5. Kasım 2023: Görünür Olunan Son Toplantı
    → Kapanan kameraların ardındaki hikâyeler
    → Duyulmamış sesler, okunmamış vedalar

  6. 1 Mayıs'ın Yeni Alanı: Dijital Direnişin Simgesi Olarak Zoom
    → Artık sadece sokakta değil, ekranda da bir aradayız
    → Dijital pasif direniş: Sessiz ama anlamlı simgeler

  7. "Teşekkürler Ama Sessizce": Ofis Çıkış Kartının Ardından
    → Sessiz istifalar, duyulmayan vedalar
    → Çalışanına mektup yazamayan yöneticilerin çağı

  8. Çözüm mü? Yoksa Başka Bir Soru mu?
    → Şirket kültürü ve liderlik anlayışı yeniden tanımlanmalı
    → Görünür olmak, duyulmak, sayılmak: Yeni işyeri manifestosu

    9.  Son Söz: Emek Varsa, Onur da Vardır – Slack'te Bile

Giriş: "Slack Online" Ama Kimse Gerçekten Orada mı?"

→ Dijital varlık ile fiziksel yokluk arasındaki çelişki

Bir zamanlar çalıştığımızı göstermek için işe giderdik.
Şimdi çalışmadığımızı gizlemek için “Slack’te online” kalıyoruz.

Modern ofisin yeni kimliği bu: bir bilgisayar, açık bir Slack sekmesi, gri bir profil fotoğrafı… Ve ortada görünmeyen bir insan.
Online mıyız? Evet.
Orada mıyız? Tartışılır.
Var mıyız? Artık bu felsefi bir soru.


Ekranda yeşil bir “online” simgesi yanıp sönüyor. Ama sandalye boş. Zoom ekranında beş kişi var ama hiçbiri yok. Kamera kapalı, mikrofon sessiz, duvar kağıdı hep aynı. Herkes “orada”, ama kimse orada değil. Dijital varlıklarımız, fiziksel varlığımızı gölgede bırakmış durumda. Slack’in yeşil noktası modern emekçinin nabzı gibi: atıyor ama ruhu eksik.

Ve bunu konuşmuyoruz.
Çünkü Slack’in sessizliği rahatlatıcı. Çünkü konuşursak duyulmayacağımızdan korkuyoruz. Belki de "Zoom'da mute" kalmak sadece teknik bir ayar değil, bir ruh hâli artık.


Bir zamanlar iş yerlerinde, insanın sesiyle, yüzüyle, jestiyle var olması önemliydi. Şimdi bunların yerini otomatik yanıtlar, emojiyle verilen tepkiler, “çok güzel olmuş” yazan ama gerçekten hiç okumamış yorumlar aldı.
Kısaca: “like” var, lakin “like eden” yok.

Oysa dijital ortamlar temsil eder, ikame etmez. Ama biz bu farkı yitirdik. İş yerinin ruhu, kurumsal iletişim kılavuzlarına sıkıştı. İnsan olmak bile artık “etiketlenecek” bir özellik gibi: #human.


1 Mayıs yaklaşırken bu yazıyı kaleme almamın sebebi tam da bu:
Artık sadece sokakta değil, Slack penceresinde de bir “emek mücadelesi” var.
Yalnızca toplu sözleşmelerde değil, dijital ofislerde de “var olma” mücadelesi veriliyor.
Ve bu mücadele sessizce sürüyor.
Sesi çıkmayan klavyeler, açılmayan mikrofonlar, görünmeyen yüzler arasında.

Bu yazı, o sessizliğe kulak vermek için.
Çünkü bazen en çok çalışanlar, en az duyulanlar oluyor.

2. Emek Soyutlaştı, İnsan Silikleşti

→ Uzaktan çalışmanın insanı görünmez kıldığı yeni düzen
→ Kamera kapalı, mikrofon sessiz, ama mesai açık

Hatırlar mısınız, bir zamanlar işyerinde “görünür olmak” denen bir şey vardı. Sabah giriş kartı basılırdı, göz göze selam verilirdi, kahve köşesinde kısa molalar bile "buradayım" deme biçimiydi. Şimdi bunların yerini; “Mesajımı okudu ama cevap yazmadı” şüpheleri, “Yeşil ışığı yanıyor ama niye yazmıyor?” paranoyaları aldı.

Artık insan, sadece iş çıktısıyla ölçülüyor.
Kimin ne kadar düşündüğü, ne kadar emek verdiği değil; kim kaç JIRA ticket’ı çözdü, kim kaç Slack mesajı yazdı, kim kaç Zoom’a “katıldı ama sessiz kaldı?”
Gerisi: boş zaman, soyut emek, görünmeyen çaba…


Bu düzen, özünde yeni değil aslında. Fordist sistemde üretim hattında işçinin adı yoktu; şimdiyse Google Meet'te yüzü yok.
Kamerayı açmayan çalışan, sanki toplantıya yarım katılmış sayılıyor.
Halbuki belki yanında bebek ağlıyor. Belki pijamasının üstüne blazer giymekten yorulmuş. Belki sadece yüzünü gösterecek mecali kalmamış.

Ama sistemin derdi o değil. Sistem şöyle diyor:

“Kameran kapalıysa, sen de kapalı sayılırsın.”
“Mikrofonun sessizse, katkın da sessizdir.”

Ve buradan büyük bir trajedi doğuyor:
Var olan ama sayılmayan insanlar.
Emek veren ama görünmeyen bireyler.


Modern emekçi; yalnızca çalışmıyor, aynı zamanda varlığını ispat etmek için de mücadele veriyor.
Slack’te yeşil yanmak artık performans göstergesi.
“Merhaba, günaydın” yazmak, sanki ekibin bir parçası olduğunu kanıtlamak için atılan bir sinyal.
Çünkü sistem şöyle çalışıyor:

Ne kadar sessizsen, o kadar risksizsin.
Ne kadar risksizsen, o kadar göz ardı edilebilirsin.

Ve göz ardı edilen, önce fikirlerini kaybeder. Sonra sesini. Sonra kendini.


Ofislerde eskiden "açık kapı politikası" vardı.
Şimdi kapı yok, çünkü fiziksel bir ofis yok.
Ama bu yeni dünya daha şeffaf değil; aksine daha opak.
Biriyle birebir konuşmak için "önce zaman iste", "link at", "takvime ekle", "Zoom odası oluştur", "kamera açık mı", "mikrofon çalışıyor mu?"
Ve sonra da konuşmaya vakit kalmaz.
Bu mudur iletişim?


Ve işin daha kötüsü: Bu soyutlamayı “çalışan deneyimi” diye pazarlıyoruz.
Diyoruz ki: “Ne güzel, insanlar istediği yerden çalışıyor.”
Oysa kimse sormuyor: “İstediği gibi mi hissediyor?”
İnsan kaynakları anketlerinde %89 “mutlu” çıkıyor ama aynı hafta 3 kişi sessizce çıkışını alıyor.

Çünkü bu yeni düzende:

  • İnsanlar görev bazlı çalışıyor, ilişki bazlı değil.

  • İnsanlar sesini değil, ticket’ını gösteriyor.

  • İnsanlar "kendileri olarak" değil, "rolleriyle" var olabiliyor.

Ve bu durum, insanı insan olmaktan uzaklaştırıyor.
İşini kaybetmekten değil, kişiliğini kaybetmekten korkan bir nesil yetişiyor.

Bu bölümde “soyut emek”ten söz ettik.
Görünmeyen işler, duyulmayan cümleler, yaşanmamış vedalar…
Ama asıl korkunç olan şu:
Bir gün, bir meslektaşınız işten ayrılır…
Slack’teki ismi sessizce silinir…
Ve kimse fark etmez.

İşte tam da bu yüzden 1 Mayıs artık sadece alanlarda değil, ekranlarda da yaşanmalı.

3. Hibrit Modelin Görünmez Sınıfı: Evdeki Ofis İşçileri

→ Ofiste masa kapma savaşları bitti, şimdi görünürlük savaşı var
→ Slack mesajının sesiyle var olma çabası

Bir zamanlar sabah 8:45’te ofise gelmenin tek sebebi şuydu:
Cam kenarındaki masayı kapmak.
İdeal sandalye, bol prizli köşe, iyi çekim alanı olan yer...
Şimdi o savaş bitti.
Ama başka bir savaş başladı: Görünür olma savaşı.


Artık kimse "nerede oturduğunuzla" ilgilenmiyor.
Şimdi mesele şu:

  • Gün içinde kaç Slack mesajı attın?

  • Kaç emojiyle bir meslektaşına “katkı sağladın”?

  • “Zoom’a katıldı” uyarısı ne kadar erken belirdi?

  • Slack statünde hâlâ “available” mısın?

Yeni performans metrikleri:
Yanıt süresi, yanıt üslubu, yanıtın sabah 08:30’da mı yoksa 09:01’de mi geldiği...
Yani artık performans, zamanında var olmak değilzamanında görünmek.


Bu görünürlük mücadelesi, hibrit modelle daha da karmaşıklaştı.
Haftada üç gün ofise gidenlerin “gerçek çalışan” muamelesi gördüğü; evden çalışanların ise "biraz daha esnek ama biraz daha görünmez" sayıldığı bir ara rejimdeyiz.
Kimin "daha özverili" olduğu, artık fiziksel çaba değil, dijital izlerle ölçülüyor.

Ve böylece, evde çalışanlar yavaş yavaş ikinci sınıf çalışan hissine sürükleniyor.


Bir çalışan şöyle demişti bana:

“Toplantılarda sessiz kalıyorum çünkü evdeyim.
Ofistekiler daha rahat konuşuyor.
Bense sadece Slack’te varım. O da kimse bakarsa…”

Bu itiraf aslında çağın yeni sınıf ayrımını özetliyor:
Ofiste var olmak ile evde silinmek arasındaki uçurum.


Yöneticiler “biz esneklik sunuyoruz” diyor.
Ama sistem şunu fısıldıyor:

“Evet evde olabilirsin... ama unutmadan; görünmediğin sürece risk altındasın.”
“Sadece işi yapmak yetmez, kendini pazarlaman da gerek.”

Çalışanlar gün içinde rastgele "bir şeyler yazma" ihtiyacı hissediyor:

  • “Ben de böyle düşünüyorum”

  • “Süper olmuş”

  • “Eline sağlık”

Amaç katkı değil, katılımı ispat etmek.
Slack’in sesini duymak artık ofiste selam vermek gibi:
Yapmazsan, yoksun.


İlginçtir, en yaratıcı fikirlerin çoğu sessizlikte doğar.
Ama sistem, sessizliğe tahammülsüz.
Yani düşünmek bile lüks hale geldi.
Çünkü ses çıkarmıyorsan, çalışmıyorsun sayılıyorsun.


Bu bölümdeki esas trajedi şu:
Evden çalışanlar sadece fiziksel değil, duygusal olarak da evde bırakılıyor.
Yalnızca iş değil; sohbetçay molasıgöz teması da hibritleşti.
Ama bu "karma çalışma modeli", aslında kararsızlık modeli.

Ve en çok bu modelde, emek sesini yitiriyor.

Bir sonraki bölümde, işin daha tehlikeli yerine geçiyoruz:
Yapay zekâ çağında, insanın “insan” olarak değil, “veri noktası” olarak değerlendirildiği yere…

4. Yapay Zekâ Çağında İnsan Kaynakları: Kaynak mı, İnsan mı?

→ "Employee experience" anketlerinin sahte mutluluğu
→ Robotlaşan süreçler, insani bağların yokluğu

Gelin dürüst olalım Deniz,
Bugün bir çalışanla ilgili karar verirken ilk baktığımız şey ne?
Performans verileri mi?
Slack aktifliği mi?
Yoksa kişisel hikâyesi mi?

Cevap çoğu zaman şu:
“Power BI ne diyorsa, o.”


İnsan kaynakları departmanları artık “İnsan” yerine “İK Dashboard’ları”yla ilgileniyor.
Çalışan memnuniyetini ölçmek için ayda bir gönderilen anketlerde aynı cümle dönüp duruyor:

“Şirketinizin sizi yeterince değerli hissettirdiğini düşünüyor musunuz?”

Cevaplar hep 3.8 ile 4.2 arası.
Mutlu muyuz? Eh işte.
Memnun muyuz? Muhtemelen.
Ama gerçekten görülüyor muyuz?
İşte burası gri alan.


Yapay zekâ işin içine girdikçe, süreçler hızlandı.
Ama insani dokunuşlar yavaşça ortadan kalktı.

Eskiden biri istifa ettiğinde, İK yöneticisi bire bir görüşme yapardı.
Artık Google Form yollanıyor:

“İstifa nedeninizi aşağıdaki seçeneklerden biriyle belirtiniz:
A) Ücret
B) Kariyer
C) Ailevi nedenler
D) Diğer (lütfen belirtiniz, ama kimse okumayacak).”


İnsan kaynakları artık daha çok veri yöneticisi gibi çalışıyor:
📊 Kimin işe giriş süresi 7 günden kısa?
📈 Kim son bir ayda hiç negatif geri bildirim almadı?
🧠 Kim “duygusal zeka” algoritmasına göre “empatik lider” puanı aldı?

Ama bunlar bir insanın gerçekliği değil.
Çünkü insan, verilerle ölçülemeyecek şeyler de taşır:

  • Sessiz sabrını

  • Yüzleşemediği tükenmişliğini

  • Çaktırmadan işe sarılmasını

  • Ve kimseye göstermediği aidiyetini...


Yapay zekâ çağında yöneticiler “karar verme” yükünden kurtulduklarını sanıyor.
Halbuki sadece sorumluluğu bir algoritmaya devrediyorlar.
Ve sonra şöyle diyorlar:

“Biz çıkarmadık, sistem böyle öngördü.”

Ama o sistem, kimin "insan", kimin "maliyet kalemi" olduğunu gerçekten bilebilir mi?


"Employee experience" (çalışan deneyimi) kavramı da bu yüzden sahte bir balona dönüştü.
Sana “hoş geldin” videosu çekiliyor ama yöneticin ilk 3 hafta adını bile öğrenmiyor.
Kurum içi oyunlaştırmalar yapılıyor ama insanlar “gerçek” bir teşekkür duymadan yılı bitiriyor.
Çalışanlar kahve fincanı alıyor, yıldönümünde Slack mesajı alıyor ama bir kez bile “Nasılsın?” sorusunu duymuyor.


Ve sonuçta robotlaşan süreçler, insanı kendi duygusunu bastırmaya zorluyor.
Birine üzülmek, ona kızmak, onunla tartışmak bile lüks.
Çünkü sistem duyguyu değil, uyumu seviyor.
İtiraz eden, verimi düşüren sayılıyor.

Yani artık ofiste değil, duygu sistemimizde “performans” var.
Ve bu, gerçek bir tehlike:
Sadece işimizi değil, hissetme biçimimizi de optimize etmeye çalışıyoruz.


Sonuç?

Yapay zekâ destekli sistemler veriyi okur.
Ama hikâyeyi kaçırır.

Ve bir gün, o sistemin önerdiği "performansı düşük" kişi…
Belki senin kriz anındaki kurtarıcındı.
Ama artık yok.
Çünkü algoritma onu gereksiz görmüştü.

5. Kasım 2023: Görünür Olunan Son Toplantı

→ Kapanan kameraların ardındaki hikâyeler
→ Duyulmamış sesler, okunmamış vedalar

Bazı tarihler takvimde değil, içimizde kalır.
Kasım 2023 mesela.
Bir çalışanın kahve kupasının yanına iliştirdiği notta şöyle yazıyordu:

“Kendimi görünür hissettiğim son toplantı: Kasım 2023”

O notu okuduğumda içimden geçen ilk şey şu oldu:
“Demek o günden sonra sadece var olmuş ama hiç görülmemiş.”


Kapanan her Zoom kamerasının ardında bir hikâye var aslında:
Biri konuşmak istemiyor çünkü geçen toplantıda lafı kesilmişti.
Biri kamerayı açmıyor çünkü ışığı yok, morali yok, belki de umudu yok.
Biri mikrofonu açamıyor çünkü çocuk ağlıyor, içeride yaşlı bir hasta var.
Ama sistem bunları bilmez.
O sadece “participant inactive” yazar, geçer.


Modern dijital ofislerde insanlar toplantılara katılıyor ama orada bulunmuyor.
Çünkü “bulunmak”, sadece fiziksel değil; duygusal bir varlık da gerektirir.
Ve biz o duygusal bağlantıyı kaybettik.
Sohbet kanalları aktif, ama kimse konuşmuyor.
Emoji tepkileri var ama duygu yok.
Biri bir şey yazınca herkes “görüldü” yapıyor ama kimse okumuyor.


Eskiden bir çalışan işten ayrıldığında ofiste kek getirilir, vedalaşılırdı.
Şimdi biri Slack’ten sessizce çıkarılır.
Son mesajı “bugün biraz erken çıkmam gerek” olur.
Sonra bir daha görünmez.
Ne Slack’te, ne Zoom’da, ne de bir anı defterinde.

İşte Kasım 2023 böyle bir andı.
Birinin “ben buradaydım” deme çabası.
Ve o çabanın, sisteme çarparak sessizce yere düşmesi.


Bu bölüm aynı zamanda şunu sorgulatıyor bize:
Kaç kişinin vedasını gerçekten fark ettik?
Kaç kişi “son toplantısı”nı yaşarken bizim için sadece bir ekran karesi oldu?
Ve biz o sırada gerçekten orada mıydık?
Yoksa yine bir sekmede mail mi okuyorduk?


Dijital ofislerde veda etmek bile metin kutusuna sıkıştı:

“Çalıştığım süre boyunca hepinize teşekkür ederim…”
Altına birkaç 🙏, birkaç 💔 ve “başarılar” temennisi...
Ama asıl ihtiyaç duyulan şey o değil:
Gerçek bir teşekkür, hissedilen bir eksiklik, belki bir sarılma.

Ama bunların hiçbiri Zoom’un “Leave Meeting” butonunda yok.


İnsanlar sadece işlerinden değil, anlamdan da istifa ediyor.
Ve bu istifalar duyulmuyor.
Çünkü sistem yalnızca KPI’ları görüyor, insanları değil.

Kasım 2023’te bir çalışan “görünür hissettiği son anı” yazmış.
Belki de hepimiz bir gün kendi kupamızın yanına benzer bir not bırakacağız.
Ve sistem, yine duymayacak.

Ama bu yazı, o notları unutmamak için.
Çünkü 1 Mayıs sadece meydanlara değil, bu sessiz hikâyelere de çıkmalı.

6. 1 Mayıs'ın Yeni Alanı: Dijital Direnişin Simgesi Olarak Zoom

→ Artık sadece sokakta değil, ekranda da bir aradayız
→ Dijital pasif direniş: Sessiz ama anlamlı simgeler

Eskiden 1 Mayıs sabahı sokaklar dolardı.
Şimdi o sabah Zoom dolu.

İnsanlar kalabalıklara karışamıyor belki ama…
Bir takvim daveti var: “Günlük Stand-up”
Bir kamera var: “Off”
Bir mikrofon var: “Mute”
Ve ekranın sol alt köşesinde, küçük ama tok bir yazı:
“Slack: Online”


Direniş biçim değiştirdi.
Ama ruh aynı:
Bir arada olma iradesi.
Görünmeyen emeğin görünür kılınma çabası.

Bugünün dijital ofis işçileri, fiziki zincirleri kırmak yerine
görünmez duvarları delmeye çalışıyor.
Ve o mücadele çoğu zaman şu şekilde tezahür ediyor:

  • Zoom’da “Mutluyum” demeyen yüzler

  • Slack’te “Günaydın” yazmayan parmaklar

  • Kamera açıldığında, geride bırakılmış bir göz teması özlemi


Zoom ekranı bir sanal toplantı aracı değil artık.
Modern emekçinin penceresi.
Ama aynı zamanda camdan bir hapishane.

Çünkü sistem şöyle diyor:

“Görün ama rahatsız etmeyin.”
“Konuşun ama sınırlı konuşun.”
“Var olun ama fazla insan olmayın.”

İşte bu noktada başlıyor dijital pasif direniş.
Tıpkı eski sokak gösterilerindeki gibi ama biraz daha içe dönük:

  • Profil fotoğrafında işten çıkarılan bir arkadaşın silueti

  • “Slack status” kısmında küçük ama anlamlı bir not:

    “Yarın izinliyim. Bugün görünürüm.”

  • Toplantı esnasında paylaşılan ekranın köşesinde unutulmuş bir görsel:

    Bir 1 Mayıs posteri


Bu yeni direnişin kahramanları, pankart taşıyanlar değil;
sistem mesajlarına cevap vermeyenler.
Çünkü bazı cevaplar, verilmemek içindir.
Ve bazı sessizlikler, haykırmaktan daha çok şey anlatır.


Bu sessiz Zoom direnişi, sistemin içinden gelen bir yankıdır:

“Ben sadece çalışan değilim, insanım.”
“Yorgunum ama umutsuz değilim.”
“Buradayım ama bu şekilde görünmek istemiyorum.”

1 Mayıs artık sokakta olduğu kadar;
görüntüsüz bir toplantıda da yaşanır.
Çünkü o toplantıda biri, son kez sessizliğini temsil eder.

Ve o sessizlik, sistemin en çok korktuğu şeydir:
Anlam yüklenen sessizlik.


Bu yüzden 1 Mayıs bir gündemden ibaret değil;
Bir bakış, bir yazı, bir duruş olabilir.
Bir Zoom ekranının sol alt köşesindeki “Mute” simgesi bile,
bazen bir grev afişi kadar güçlü olabilir.

7. "Teşekkürler Ama Sessizce": Ofis Çıkış Kartının Ardından

→ Sessiz istifalar, duyulmayan vedalar
→ Çalışanına mektup yazamayan yöneticilerin çağı

Bir zamanlar ofisten ayrılan birine kart yazılırdı.
"İyi ki tanıdım seni", "Her şey için teşekkürler" gibi cümleler, elden ele dolaşan kartlara dökülürdü.
Şimdi o kart bile yok.
Sadece HR portalında bir buton:
"Çıkış Süreci Başlatıldı."

Ardından Slack’te küçük bir fısıltı:

“Aa, Ayşe ayrılmış diyorlar...”
Ve sonra:
Sessizlik.


Sessiz istifa artık sadece bir TikTok trendi değil;
Ofis hayatının rutini haline geldi.

Kimse kapıyı çarpmıyor,
Ama kimse de arkasından kapıyı kapatmıyor.
Çünkü herkes biliyor:
Sistem zaten o kapıyı çoktan görünmez yaptı.


Bugünün çalışanı gitmek için bağırmıyor.
Sessizce çıkıyor.
Sebep yazmıyor, e-posta atmıyor, veda etmiyor.
Çünkü biliyor ki:
Yöneticisi zaten onu hiç duymamıştı.
Ne zaman yorulduğunu, ne zaman sustuğunu, ne zaman yok sayıldığını anlamamıştı.

Bir yöneticinin çalışanına bir veda mektubu yazamaması,
bir kültürün çöküşüdür aslında.


Eskiden yöneticilik; ilham vermek, destek olmak, yol açmak demekti.
Şimdi yöneticilik:

  • KPI’ları hatırlatmak

  • Haftalık rapor sormak

  • Slack mesajlarına emojiyle cevap vermek oldu.

İletişim birebir değil, platformlar üzerinden.
Geri bildirimler kişisel değil, sistematik.
Ve böylece “insan ilişkisi” yerini “iş sürecine” bıraktı.


Bir gün bir çalışanın ofis sandalyesine küçük bir kart iliştirildiğini gördüm.
Üzerinde şu yazıyordu:

“Teşekkürler... ama sessizce.”

Yani:

“Beni fark etmediniz,
ama ben elimden geleni yaptım.”

Bu cümle, sistemin en net eleştirisiydi aslında.


Modern şirketler “çalışan deneyimi” konuşuyor.
Ama ayrılan her çalışan, deneyimini sadece kendine anlatıyor.
Çünkü ortam samimi değil.
Veda etmek, bir Slack mesajına sığmayacak kadar insanî bir eylem.
Ama işte bu çağda, insanî olanın yeri yok.


Yöneticiler artık “gitme sebeplerini” değil,
“eksilen iş yükünü” merak ediyor.
Kimse “Sen neden gittin?” demiyor.
Herkes “Onun işini kim yapacak?” sorusunu soruyor.

Ve böylece, çalışan vedaları birer tedarik zinciri problemi gibi ele alınıyor.


Ama biz biliyoruz:
Bazı vedalar asla sistemsel değil, tamamen duygusaldır.
Ve bu duygusuz sistemde, sessizce giden her çalışan;
bir şeylerin artık eskisi gibi olmadığını hatırlatır.

8. Çözüm mü? Yoksa Başka Bir Soru mu?

→ Şirket kültürü ve liderlik anlayışı yeniden tanımlanmalı
→ Görünür olmak, duyulmak, sayılmak: Yeni işyeri manifestosu

Bu yazıyı buraya kadar okuyan herkesin zihninde muhtemelen aynı soru var:
“Peki ne yapacağız?”
Ama belki de yanlış soruyu soruyoruz.

Doğru soru şu olabilir:
“Biz ne zaman insanı unuttuk?”


Şirket kültürü yıllardır “vizyon”, “misyon”, “değerler” üçgeninde kurgulanıyor.
Ama hiçbiri şunu demiyor:

“İnsan kendini burada görünürduyulur ve saygı görür hissediyor mu?”

Bir kültür, çalışanlarına bu üç şeyi sunamıyorsa;
Ofis tasarımı mükemmel, hibrit model esnek, uygulamalar son teknoloji olsa da
boştur.


Şirketler çözümler arıyor:
Anket yapalım, “feedback loop” kuralım, mentorluk başlatalım…
Ama hiçbiri şunun yerini tutamaz:
Gerçek bir “nasılsın?” sorusu.
O da göz temasıyla, sesle, yürekle sorulmalı.
Yani insan insana.


Liderlik ise bugün bambaşka bir noktada tıkanmış durumda.
Liderlerin çoğu KPI yöneticisine, sunum düzenleyicisine dönüşmüş.
Oysa lider dediğin:

  • İlk merhaba diyen,

  • Son veda eden,

  • Ortadaki sessizlikte fark edip destek olandır.

Liderlik, sadece kriz yönetmek değil;
görünmeyeni görmektir.


Yani bu bölümün başlığı aslında bir tuzak:
“Çözüm mü?” diye başlıyor ama cevabı içinde gizli:
Belki de çözüm yok, çünkü biz hâlâ doğru soruyu sormuyoruz.

Yeniden başlamak için önce şu üç şeyi kabul etmeliyiz:

  1. Çalışanlar sadece üretmez, hisseder.

  2. Sessizlik, her zaman onay değildir.

  3. Görünürlük, sadece fiziksel değil; duygusal bir ihtiyaçtır.


O yüzden bu yazının sonunda bir “çözüm reçetesi” yok.
Ama bir manifesto var:

💬 Yeni işyeri manifestosu:

  • İnsan önce görünür kılınır.

  • Sonra duyulur.

  • Sonra saygı görür.

Ve ancak o zaman aidiyet başlar.

O aidiyet de Slack’le değil, samimiyetle kurulur.

9. Son Söz: Emek Varsa, Onur da Vardır – Slack’te Bile

Her dönemin bir sesi vardır.
Sanayi devrimi çarkların sesiydi.
Ofis çağı daktilonun tıkırtısıydı.
Bugünün sesi ise Slack'ten gelen o tanıdık bildirim sesi:
"Bir mesajınız var."

Ama bu ses artık sadece bir mesaj değil,
bir çığlık da olabilir.
Görülmeyi isteyen bir varoluş çabası,
duyulmayı bekleyen bir insanın sessiz isyanı.


Bu yazı boyunca kameraları kapalı, mikrofonları sessiz ama kalpleri dolu insanlardan bahsettik.
Kendini ifade edemeyenlerden…
Vedalaşamayanlardan…
Katkısı görünmeyenlerden…
Kendini ispatlamak zorunda kalanlardan…

Ve aslında en çok da:
“Ben buradayım” deme hakkı elinden alınmışlardan.


Bütün bu yaşananlar bize şunu hatırlatıyor:
Emek, sadece üretim değildir.
Bir şeyleri yapmaktan çok, bir şeyleri hissedebilmektir.
Ve o his, saygıyı hak eder.

İster fabrika olsun ister Slack, ister meydan olsun ister Zoom...
Emek, mekândan bağımsızdır.
Ama onur, hep mekâna bağlıymış gibi davranırız.
Oysa asıl onur, insanların “ben bir şey ifade ediyorum” diyebildiği yerde başlar.


Bugün 1 Mayıs’ta belki sokakta yürümeyeceğiz.
Ama ekran karşısında durduğumuz yerde dik duracağız.
Çünkü Slack’te bile emek veriliyor.
Zoom’da bile insan inciniyor.
Ve o insanlar yalnız bırakıldıkça, sistem sessizce kaybediyor.


Bizi bu kadar yoran şey iş değil.
İşin kıymet görmemesi.
Bu kadar kıran şey insan değil.
İnsanın fark edilmemesi.

O yüzden yazının son cümlesi kısa, net ve direnç dolu:

"Emek varsa, onur da vardır – Slack’te bile."

Bu cümleyi yazı değil, hayatın kendisi yazdı.
Ve biz sadece altına imza atıyoruz.

Dipl.-Ing. Deniz Cengiz

Yorumlar

En çok okunanlar

Cloud Computing Reference Architecture: An Overview

Cloud Architecture

Teknolojik Altyapıdan Ne Anlıyoruz?

Run SAP İş Ortağı Programı, En İyi Çözüm Operasyonunu Nasıl Sağlar?

CLOUD COMPUTING – An Overview

KÖRLER ÜLKESİNE KRAL OLMAK

Artırılmış Gerçeklik nedir ve hangi alanlarda kullanılıyor?

BİG DATA MANAGEMENT

Blockchain, sözleşmelerin dijital koda yerleştirildiği ve şeffaf paylaşılan veri tabanlarına depolandığı, silinmesi, değiştirilmesi ve düzeltilmesinden korunan bir dünyayı hayal edebiliriz.

Master Data Management (MDM): Kurumsal Veri Stratejisinin Temel Taşı