Türkiye’de Yazılımcı Çalıştırmak Lüks mü Oldu, Yoksa Liyakatın Bedeli mi?

 




İÇİNDEKİLER

1. Giriş: Bir Zamanlar Yazılımcılar Ucuzdu…

  • Türkiye’nin “ucuz geliştirici cenneti” algısından bugün geldiği nokta

  • Yazılımcıya yatırım mı yapıyoruz, yoksa sadece maaş mı ödüyoruz?

  • Bu yazının amacı ve yaklaşımı: Fiyat, liyakat, strateji ve vizyon üçgeninde bir sorgulama

2. Maliyet Patlamasının Anatomisi: Türkiye’de Yazılımcı Maaşları Neden Uçtu?

  • Enflasyonun ötesi: Gerçekten sadece hayat pahalılığı mı?

  • Döviz kurunun ve yurt dışı tekliflerin iç pazarı baskılaması

  • “Şirkette herkes yazılımcı kadar kazanmak istiyor” sendromu

  • LinkedIn etkisi: Algı mı gerçek mi?

3. Türkiye, Hindistan’ı Solladı mı Gerçekten? Uluslararası Ücret Kıyaslaması

  • ABD, Avrupa, Hindistan, Çin ve Vietnam ile maaş kıyaslamaları

  • Yazılımcı başına üretkenlik ve verimlilik farkları

  • Maliyet avantajını kaybettik mi, yoksa kalite avantajına mı geçtik?

4. Liyakatın Bedeli: Kaliteli Yazılımcı Var Ama Artık Erişilemez

  • KOBİ’lerin “artık kimse bize çalışmak istemiyor” isyanı

  • Kurumsal şirketlerin yazılımcı havuzunu süpürme stratejileri

  • “Eskiden bizim çocuk yazardı, şimdi 80 bin TL istiyor” gerçeği

  • Maaş = kalite denklemi her zaman geçerli mi?

5. Girişimcilik Üzerindeki Baskı: Start-up Kurmak mı, Remote’a Gitmek mi?

  • 2020’de 4 kişiyle kurulan ekip 2024’te neden kurulamaz oldu?

  • Girişimcinin para yakma süresi artık daha kısa

  • ESOP, hisse opsiyonu, hibrit kadro: Direnenlerin stratejileri

  • “Bari remote çalışayım” diyenlerin yükselişi ve start-up ruhunun sorgulanması

6. Kayıp mı Kazanç mı: Sanal Beyin Göçü ve Türkiye’nin Görünmeyen İhracatı

  • Beden burada, beyin orada: Yeni nesil göçün tanımı

  • Freelance ve remote çalışanların kayıt dışı döviz akışı

  • Türkiye’nin yazılım ihracatında görünmeyen milyon dolarlar

  • “Kazandım ama burada harcamıyorum” ekonomisi

7. KOBİ’ler ve Ar-Ge’nin Sessiz Çöküşü: Yazılımcıya Ulaşamayanın Geleceği Var mı?

  • Dijitalleşmek isteyen ama kod yazdıracak kimseyi bulamayan şirketler

  • Proje bazlı dış kaynak kullanımının riskleri

  • No-code & low-code çözümlere yönelimin nedenleri ve sınırları

  • Devlet destekleri: Yetişemeyen teşvik mi, yanlış hedeflenmiş politika mı?

8. Bu Gidişle Ne Olur? Felaket Telliği Değil, Gerçekçi Senaryolar

  • Dev yazılım firmaları çıkabilir ama KOBİ’ler küçülür

  • Ar-Ge Türkiye dışına kayabilir: Polonya, Gürcistan, Estonya trendi

  • Eğitim sistemi yetersizse, maaş artışı sadece geçici doping olur

  • Türkiye için alternatif yol haritaları

9. Kapanış: Lüks Değil, Stratejik Zorunluluk

  • Yazılımcıya para vermek, lüks değil üretkenlik yatırımıdır

  • Pahalı ama ucuzdan daha verimli olan işler mümkündür

  • Maaşlar değil, verimsizlik batırır

  • Son söz: Liyakatın bedeli, liyakatsizliğin maliyetinden daha düşüktür


1. Giriş: Bir Zamanlar Yazılımcılar Ucuzdu…

Vaktiyle Türkiye’de yazılımcı çalıştırmak, restoran menüsünde çorba gibiydi. Herkesin ulaşabildiği, bütçeyi yormayan ama “bir eksikliği kapatan” bir pozisyondu. Şirketler “ya şu çocuklara bir uygulama yazdıralım, bizim yeğen de kod biliyor” kıvamında işler döndürür, yazılım departmanları genelde “girişe en uzak katta, gün ışığı görmeyen” odalara konumlandırılırdı.

Bugün? Artık yazılımcı çalıştırmak ana yemek bile değil, trüf mantarlı wagyu biftek ayarında bir lüks haline geldi. Hele ki iyi yazılımcıysa… Geçmişte “asıl parayı satışçı kazanır” denilen şirketlerde şimdi C-level’lar yazılımcılarla yan yana maaş pazarlığı yapıyor. Çünkü farkındalar: O geliştirici yazmazsa, bu şirket çalışmaz.

Eskiden Hindistan, Vietnam, hatta bazen Pakistan “ucuz işgücü cenneti”ydi. Peki ya Türkiye? Yıllarca yabancı şirketlere "Batı'nın doğusunda, Doğu'nun Batısında kaliteli ama ucuz yazılımcı var" diye pazarlanan bir ülkeydik. Ama son yıllarda öyle bir maaş enflasyonu yaşadık ki, şimdi Hindistanlı işveren bile Türk yazılımcıya teklif yaparken döviz hesabını iki kere kontrol ediyor.

Şimdi gelelim asıl soruya:

Biz gerçekten nitelikli yazılımcıya yatırım mı yapıyoruz, yoksa sadece daha çok maaş ödeyip hala “ne iş yaptığı belli olmayan çocuklar” diye mi görüyoruz?

Benim gibi bu işin hem kodunu yazmış, hem takımını kurmuş, hem de yönetimini yapmış olanlar için mesele sadece para değil. Çünkü parayla her geliştirici alınır ama ürün çıkmaz. Gerçek değer, yetenekli yazılımcının sadece satır yazmasında değil, o satırın altına hangi sistemsel vizyonu gömdüğündedir.

Ama gel gör ki sektör, hala yazılımcıyı “tuşa basan çocuk” sanıyor.
Bir yanda dolar bazında remote çalışanlar “ben Google’a kod yazıyorum” diye LinkedIn’e CV diziyor…
Diğer yanda ise KOBİ patronu, “bize 20 bin liraya bir çocuk lazım, hem mobil hem back-end hem front-end hem de donanım bilecek” diyerek yeni mezun kovalıyor.
Hayır, çocuk dediğin Iron Man değil, İTÜ çıkışlı yeni bir mühendis.

Bu yazının amacı da tam olarak bu çelişkiyi irdelemek:

Artan maaşlar lüks mü oldu, yoksa liyakatin kaçınılmaz bedeli mi?
Bu bedeli kim ödüyor: Kurumsallar mı, KOBİ’ler mi, yoksa ülke mi?
Ve yazılımcı çalıştırmak neden artık sadece bütçeyle değil, stratejiyle mümkün?

Bu yazıda hem sektörün teknik gerçeklerine hem de kültürel ezberlerine dokunacağım.:

  • Veriyle,
  • Uluslararası karşılaştırmayla,
  • 25 yıllık deneyimle,
  • Ve kodu 90’larda Pascal’la yazmaya başlamış bir adamın gözüyle…

Çünkü evet, ben o “eski yazılımcılardanım.”
Bugün kod yazmıyor olsam da, hala sistem tasarlıyorhala genç mühendislere mentorluk yapıyorhala bazılarına 'senin yazılım mimari değil, mimaride sorun var' diyorum.

Kısacası:

Bu yazı bir ücret tablosu değil. Bu yazı bir x-ray.
Sektörün kaburgalarına doğru bir ışık tutuyoruz. Kimin kemiği sağlam, kimin kası şişirilmiş protein tozu, hepsi birazdan ortaya çıkacak.

Hazırsan başlayalım.
Ama uyarayım:

Burada yazanlar biraz can acıtabilir.
Yazılımcıysan gururlanırsın.
Patronsan ya sinirlenirsin, ya kendini sorgularsın.
CEOysan yazıyı kapatmadan önce üç yeni bütçe kalemi açarsın.

Ama kim olursan ol…
Şunu göreceksin:

Türkiye’de yazılımcı çalıştırmak artık sadece bordro değil, vizyon meselesidir.

2. Maliyet Patlamasının Anatomisi: Türkiye’de Yazılımcı Maaşları Neden Uçtu?

2.1. Enflasyonun Ötesi: Gerçekten Sadece Hayat Pahalılığı mı?

Enflasyon elbette var. Evet, İstanbul’da 1+1 daire kirası artık junior yazılımcı maaşı kadar. Ama “yazılımcı maaşları uçtu çünkü enflasyon var” demek, Fenerbahçe şampiyon olamadı çünkü hava soğuktu demek kadar yüzeysel.

Gerçek şu ki, bu artış sadece geçim sıkıntısıyla açıklanamayacak kadar karmaşık bir değişimin sonucu.
Çünkü aynı enflasyon muhasebeciyi, satışçıyı, finansçıyı da etkiledi ama kimsenin maaşı %100 artmadı. Yazılımcılar ise 2021’den bu yana neredeyse yılda iki kez zam gören tek meslek grubu.


Neden mi?

Çünkü yazılımcı maaşlarını belirleyen enflasyon değil, arz-talep eğrisi.
Ve Türkiye’de kaliteli yazılımcı, aslanın midesinde unicorn kemiğiyle karışmış bir şey artık.
Yani az, değerli ve bulunduğunda hemen kapılıyor.

Elde yetenekli insan kaynağı yoksa, ücret enflasyonu olur. Bu kadar basit.
Siz arka arkaya 3 proje kaybettikten sonra, “şu eski elemanı geri çağıralım” diyorsunuz.
O da artık 25 bin liraya değil, 60 bin liraya çalışıyor.
Çünkü LinkedIn’de “senin maaşın az, daha çok verelim” diye DM atan beş kişi var.
Kendi hatanı enflasyona yıkmak kolay. Ama gerçek şu:

Türkiye’de yazılımcı maaşları sadece hayat pahalılığıyla değil, beceriksiz insan yönetimiyle de yükseldi.

2.2. Döviz Kurunun ve Yurt Dışı Tekliflerin İç Pazarı Baskılaması

Döviz kurunun 2018'den sonra delirmesi, yazılımcı maaşlarını resmen şaha kaldırdı.
Çünkü artık bir Türk yazılımcıya yurt dışından teklif gelmesi için uçak bileti kesmeye gerek yok.
Slack açılıyor, 15 dakikalık bir Zoom, sonra hop:

“Remote work, 3.500 USD monthly. You in?”

Bir Türk yazılımcı için 3.000 dolar ne demek biliyor musun?
Bugünkü kurlarla ortalama bir CTO maaşı demek.
O yüzden o teklifi alan biri, Türkiye’de 45.000 TL’ye çalışmaz artık.
Ve evet, bu şirket içindeki maaş dengesini yerle yeksan eder.

Üstelik bu baskı sadece tecrübeli yazılımcıları değil, mid-level ve junior seviyeyi bile etkiliyor.
Bugün GitHub’a düzgün bir portföy koyabilen, İngilizcesi vasat üstü olan bir yazılımcı,
Letonya’daki bir SaaS şirketinden maaş teklifini alıyor.


Neden?


Çünkü Letonya’da bir yazılımcının maaşı 6.000 euro.
Türk yazılımcı aynı işi 2.000 hadi bilemedin 3.000 euroya yapıyor ama kalitesi ondan aşağı değil.
Yani Türkiye artık offshore değil, nearshore bile değil, “midshore”.
Yurt dışı, bizdeki her iyi yazılımcıyı spot piyasadan çekiyor.
Ve bu dış çekim gücü, iç piyasadaki ücretleri yukarı itiyor.

Bunun sonucunda Türk şirketleri “madem yurt dışı bu kadar veriyor, biz de verelim” deyip dövizle maaş ödemeye başlıyor.
Ve iç piyasa dövizle maaşlanan yazılımcıların “TL karşılığına” bakarak iç geçirmeye başlıyor.
Böylece iç talep, döviz bazlı maaşlarla gölgelenmiş bir piyasaya dönüşüyor.

Yani kur, sadece döviz değil; algıyı da yükseltiyor.

2.3. “Şirkette Herkes Yazılımcı Kadar Kazanmak İstiyor” Sendromu

Bu belki de en tehlikeli, en konuşulmayan kısım.
Bir şirkette yazılımcı maaşları yükselince, bu sadece İK bütçesini değil, tüm kurumsal iç dinamikleri sarsıyor.

Satışçı diyor ki:

“Ben ciro getiriyorum ama o çocuk sadece ekrana bakıyor, nasıl benden fazla maaş alır?”
Finansçı diyor:
“Ben o çocuğun bordrosunu hazırlarken elime titreme geliyor.”
Pazarlamacı diyor:
“Ben burada marka yaratıyorum, o satır yazıyor, nasıl aynı seviyede oluruz?”

İnsanlar yazılımcı maaşını bir “ödül” gibi görüyor.
Yani hak değil, imtiyaz.
Ve bu, içeride kıskançlık değil, çürümüşlük yaratıyor.

Yazılımcı maaşları yükseldikçe, diğer departmanlar ya şirketten ayrılıyor,
ya da terfi beklentisiyle iç huzuru bırakıp “ben de yazılımcı olsaydım” diye iç geçiriyor.
Buna bir de “CEO’nun yazılımcıların kafasını okşaması” eklendi mi,
şirkette multi-disipliner kıskançlık sendromu kaçınılmaz oluyor.

Oysa bu insanlar farklı işler yapıyorlar.
Yazılımcı bir işletme fonksiyonu değil, ürünün ta kendisi.
Ama bu farkı anlatamadığın anda, maaş artışı sadece “eşitsizlik krizi” yaratır.

Yani sorun yüksek maaş değil, eşit olmayan değer algısıdır.

2.4. LinkedIn Etkisi: Algı mı Gerçek mi?

LinkedIn son 3 yıldır yazılımcıların CV'si değil, psikolojik savaş alanı.

• “15 ayda 7 ülkeye yazdım.”
• “İlk satır kodumu yazalı 3 yıl oldu, şimdi teknik liderim.”
• “Yazılımla tanışalı 1 sene oldu, maaşım 100.000 TL.”

Altına da 6 tane yıldırım emojisi, bir tane “@Google” etiketi.

Bunları gören genç yazılımcı “demek ki ben ucuzum” diyor.
İK departmanı ise “bu çocuk neden 70 bin TL istiyor” diye dosyayı kapatıyor.
Gerçeklik tamamen kayıyor.

Oysa LinkedIn’de yazılan maaşların çoğu brüt değil, net değil, hatta gerçek bile değil.
Ama algıyı oluşturuyor.

Bu algı sektöre iki türlü zarar veriyor:

  1. Yazılımcı kendini olduğundan fazla sanıyor.
    Mid-level biri “ben 100k ederim” diye işe girmeye çalışıyor.
    Ama production ortamında Redis cache çöktüğünde ne yapacağını bilmiyor.
    "Ben o sırada tatildeyim" diyor.

  2. İşveren artık güvenini kaybediyor.
    LinkedIn'den şişen maaş beklentilerine karşılık,
    aldığı performans “bootcamp demosu” seviyesinde kalınca
    güven de yatırım da kesiliyor.

LinkedIn şu an yazılım dünyasının aynalarla dolu evi.
Her köşe bir illüzyon.
Bazısı kendini Iron Man sanıyor, bazısı elindeki cevheri anlayamıyor.

Algılarla değil, delil ve deneyimle konuşmak lazım.
Ama itiraf edelim: “LinkedIn maaşı” diye bir gerçeklik artık var.

Yazılımcı kendi değerini oraya göre belirliyor, şirket de ona göre pazarlık yapıyor. 

3. Türkiye, Hindistan’ı Solladı mı Gerçekten? Uluslararası Ücret Kıyaslaması

Bir dönem “Hintli yazılımcılar çok ucuz, ama kaliteleri tartışmalı” klişesi vardı.
Sonra Vietnam geldi, “ucuz ama disiplinli” dedi birileri.
Sonra Çin “ben sadece donanım değil, yazılım da yaparım” dedi.


Peki ya Türkiye?

Biz ucuzduk… Şimdi sadece değerliyiz. (En azından fiyat etiketi öyle diyor.)

Ama asıl mesele şu:
Bu değer gerçek mi, yoksa TL'nin düşüşünü “insan kıymeti artışı” sananların bir yanılgısı mı?

Hadi bunu üç başlıkta didikleyelim.

3.1. ABD, Avrupa, Hindistan, Çin ve Vietnam ile Maaş Kıyaslamaları

Önce kuru kuru konuşmayalım, biraz veri dökelim.



Rakamlar kabaca şöyle diyor:

Maaş skalasında Çin’i yakaladık, Vietnam ve Hindistan’ı geçtik.


Ama hala Avrupa’nın ve ABD’nin gerisindeyiz – hem maaşta, hem satın alma gücünde, hem yaşam kalitesinde.
Ve asıl sorun şu:
Biz bunları geçerken neden geçtik?
Kaliteyle mi, yoksa kurla mı?

3.2. Yazılımcı Başına Üretkenlik ve Verimlilik Farkları

Yazılımcı başına üretkenlik deyince çoğu insan bug’a bakar, bazıları kod satırına.
Ama gerçek dünyada üretkenlik şudur:

“Aynı işi kim daha az revizyonla, daha hızlı ve daha sürdürülebilir mimariyle çözüyor?”

Hindistan’da bir iş 5 kişilik ekiple 3 ayda çıkıyor.
Türkiye’de bazen o iş 2 kişiyle 6 haftada çözülüyor.
Ama bazen de… 1 Türk yazılımcı “önce bir domain’i anlayayım” diye iki hafta konuşuyor, sonra işi outsource ediyor.
Yani üretkenlik, maaş gibi lineer bir denklem değil.

Bazı Türk yazılımcılar yaratıcı, pragmatik, sonuç odaklı.
Bazıları ise “clean code manifestosu”yla günü bitiriyor, commit atmadan IDE kapatıyor.
Ve işin kötüsü şu:

Bizde hala “en çok çalışan değil, en iyi konuşan” adam yükseliyor.

Ama ortalamaya baktığında Türkiye yazılımcısı,
Hindistan’a göre daha iyi İngilizce konuşur,
Vietnam’a göre daha fazla müşteri odaklıdır,
Çin’e göre daha esnek düşünür,
ama Batı Avrupa kadar metodik değildir.

Yani evet, maaş arttı ama verimlilik de her zaman paralel gitmiyor.
Ve bu fark şirketin yönetim kültürüne, ekibin uyumuna ve yazılımcının motivasyonuna çok bağlı.

3.3. Maliyet Avantajını Kaybettik mi, Yoksa Kalite Avantajına mı Geçtik?

Bu soru şu an birçok KOBİ patronunun kafasında:

“Usta biz niye 70 bin TL veriyoruz bu çocuğa? Hindistan’dan alsak daha mı iyi olurdu?”

Cevap: “Hindistan’dan alırsan, 2 ay sonra buradan yine adam ararsın.”

Çünkü Türkiye artık sadece “ucuz” değil.
Aynı zamanda “lokasyon olarak yakın, kültür olarak benzer, iletişimde daha kolay” bir pazar.
Bu da “kalite avantajı” demek.

Fakat kabul edelim ki,
maliyet avantajı artık yok.
Türkiye’de bir yazılımcının maliyeti Avrupa’daki küçük ajansların seviyesine çıktı.
Ancak kalite, o kadar hızlı artmıyor.
Çünkü her ay 5.000 kişi bootcamp’ten mezun oluyor ama
CI/CD nedir, staging ortamı ne işe yarar, bilmiyor.

Yani ne kadar pahalıyız, o kadar kaliteli değiliz.
Ama doğru yönetilen ekiplerde, Türkiye hala "fiyat/performans ülkesi" olabilir.

Uzaktan çalışmanın normalleştiği bu çağda,
Türkiye yazılımcısı için artık “lokal değil, global verimlilik” konuşulmalı.

Maliyet avantajını kaybettik, evet.
Ama kalite avantajına geçtik mi?
O tamamen kimin çalıştırdığına bağlı.

İyi bir CTO'n varsa, Türk yazılımcı Hindistan’ı unutturur.
Kötü bir yöneticin varsa, Almanya’dan gelen ekip lideri bile kurtaramaz.

4. Liyakatın Bedeli: Kaliteli Yazılımcı Var Ama Artık Erişilemez

Kabul edelim: İyi yazılımcı var. Ama artık bizim gibi şirketler için değil.

Eskiden işler daha basitti.
KOBİ patronu elini masaya vurur, “yeğene söyleyin, bizim şu depo için bir sistem yapsın” derdi.
Yeğen, Visual Basic’te bir şeyler karalardı.
Adına da “ERP” derdik.
Login ekranı vardı, password da genelde “1234” olurdu.
O yazılım hâlâ çalışıyor. 2014’te yazılmış, hâlâ fişi çekilmedi. Çünkü fişi çekecek adam da sistemi anlayamıyor.

4.1. KOBİ’lerin “Artık Kimse Bize Çalışmak İstemiyor” İsyanı

Son dönemde birçok KOBİ sahibi bana aynı cümleyi kurdu:

“Deniz Bey, artık kimse bizimle çalışmak istemiyor. 30 bin liraya developer mı kaldı?”

Kaldı tabii. Ama yazdığını test etmeden deploy eden,
API dökümanını PDF'te arayan,
sistem çökünce "backend'e haber verin" diyen kaldı.

Bugün iyi yazılımcı, ya remote çalışıyor,
ya da seni mülakatlarda süzüyor.
Evet, yanlış duymadın.
Sen onları değil, onlar seni değerlendiriyor.

Benim yaşadığım bir olayı anlatayım:

Bir yazılımcıyla görüştüm.
CV sağlam, GitHub aktif, referansları iyi.
Dedim ki:
“Projemiz çok dinamik, Docker üzerinde mikro servis yapımız var. Kafka’yla message kuyruğu, PostgreSQL üstünde event-sourcing…”

Çocuk şöyle dedi:

“Ben öncelikle şirketin mimarisine değil, kültürüne bakarım. Açık ofis mi çalışıyorsunuz?”

Kardeşim…
Mimariye bakacaksan, git pencereden dışarı bak o zaman.

4.2. Kurumsal Şirketlerin Yazılımcı Havuzunu Süpürme Stratejileri

Şimdi KOBİ’ler arıyor,
“sen bu yazılımcıyı neden 100 bin lira verip aldın?” diye soruyor.
Ama aynı yazılımcıyı kurumsal şirket 2 yıllık kontrat, MacBook Pro, özel sağlık sigortası ve yılda iki defa yurtdışı eğitimle, benim verdiğim rakamın + %30-40 fazlasını vererek çekiyor.

Kurumsallar artık sadece iş vermiyor, hayat stili vaat ediyor.

KOBİ diyor ki:


“Deniz Bey, bizim ofis Mecidiyeköy’de, servis var, öğlen çorba veriyoruz.”
Ama çocuk sabah işe gelip öğlen GitHub’ına 400 star almış bir projeyle övünüyor.
Kurumsal buna “tech talk yapar mısın?” diye mail atıyor,
KOBİ hala “askere gittin mi?”diye soruyor.

Kurumsal, yetenekli yazılımcıyı sadece maaşla değil, kariyer yolculuğuyla bağlıyor.
KOBİ hala “işi öğretiriz, çıraklık yapar” kafasında.

O yüzden kurumsallar şu an piyasadaki TÜM yazılımcı rezervlerini süpürmüş durumda.
Senin start-up daha MVP aşamasındayken, kurumsal çocuklara yıllık performans bonusu planı yapıyor.

4.3. “Eskiden Bizim Çocuk Yazardı, Şimdi 80 Bin TL İstiyor” Gerçeği

Yazılımcı fiyatları öyle arttı ki,
bugün 100 bin lira isteyen bir back-end’ciyi duyunca “neye göre?” diye sorasım geliyor.
Ama cevap veriyorlar:

“Ben Amazon’dan teklif aldım ama kalmak istiyorum.”

Bak güzel kardeşim,
Ben de gençliğimde Real Madrid’ten teklif aldım, kaleci olacaktım.
Ama Galatasaray tribünü daha samimiydi, bırakmadım.

Sorun şu:
Eskiden “bizim çocuk” dediğimiz yazılımcı, artık seni Google’a anlatıyor.
Yani senin ona referans olman gerekirken,
O seni referans listesine koymuş.
Sen de bu çocuğa maaş vermek istiyorsun. Ama bütçe patladı.

O zaman klasik KOBİ cümlesi geliyor:

“Biz bu paraya hem yazılımcı, hem grafikçi, hem içerikçi alıyorduk!”

Evet, çünkü o zamanlar yazılım departmanında bir kişi vardı, adı da Bilal'di.
Sistemi çökerse Bilal aranırdı.
Şimdi 6 kişilik devops takımı var, ama sistemi hala Bilal çözüyor.

4.4. Maaş = Kalite Denklemi Her Zaman Geçerli mi?

Hayır.
Ama düşük maaş = düşük kalite denklemine genellikle “evet” diyebiliriz.
Çünkü iyi yazılımcı; araştırır, öğrenir, tartışır, test eder, sorumluluk alır.
Ve tüm bunlar zaman ve zihin ister.
O zihin de kiraya çalışmaz.

Ama şu da bir gerçek:

Her 100K isteyen yazılımcı, 100K’lık performans sergilemiyor.

Ben bizzat gördüm.
Kendini “AI uzmanı” diye tanıtan biri, Python’da list comprehension bilmedi.
Bir diğeri kendini “cloud-native developer” diye tanıttı,
AWS console’a bile giremiyordu, çünkü Google hesabının şifresini unuttuğunu söyledi.
Yani o maaş etiketi bazen “kalite”, bazen “algı yönetimi”.

İyi maaş kötü yazılımcıyı kurtarmaz.
Ama kötü maaş iyi yazılımcıyı kaçırır.

Özetle: “Maaş veriyorsan yetenek alma, yatırım yapıyorsan al.”
Pazarda neye para verdiğini bilmeden dolaşan patron, ay sonunda dolapta sadece fiyat etiketi kalmış boş paketler bulur.


5. Girişimcilik Üzerindeki Baskı: Start-up Kurmak mı, Remote’a Gitmek mi?

5.1. 2020’de 4 Kişiyle Kurulan Ekip, 2024’te Neden Kurulamıyor?

2020’de bir hayal kuruyordun.
Sosyal mesafeye uygun 4 kişilik çekirdek bir ekip.
Bir UX’çi, bir full-stack, bir growthçu, bir de sen.
Slack’te kanallar, Notion’da roadmap,
Trello kartları havada uçuşuyor,
Cumartesi akşamları bile “hadi son commiti atalım” diye kodlanıyor.

Bugün?
Aynı ekip için:

  • Full-stack: “Ben 80.000 TL’den aşağıya çalışmam.”

  • UX’çi: “Ben Figma linki atmıyorum artık, sadece prototip çıkarırım.”

  • Growth’çu: “Remote değilse gelmem. Bu arada cuma günleri çalışmıyorum.”

  • Yazılımcı: “Hisse yoksa neden hayal kurayım ki?”

Yani 4 kişilik hayalin,
2024’te yaklaşık 420.000 TL’lik bir işe alım kabusuna dönüşmüş durumda.

Start-up kurmak artık sadece fikir değil, bütçe işi.
Ve ironik şekilde, “start” yapmadan önce 2 senelik run rate istemeye başladı yatırımcılar.
“Bize MVP’yi gösterin” diyorlar,
ama MVP’yi yapacak yazılımcıyı bulmak,
Türkiye’de ferrari bayisinde taksitle satış sormak gibi bir şey oldu.

5.2. Girişimcinin Para Yakma Süresi Artık Daha Kısa

Eskiden start-up kurmak demek, zamanla yarışmaktı.
Şimdi… artık hem zamanla hem dolarla yarışıyoruz.

Diyelim ki elinde 2 milyon TL var.
2020’de bu para ile 6 kişilik ekip 12 ay koşuyordu.
Bugün 3 kişi 3-4 ay koşabiliyor, o da şayet ofis yoksa.

Bu ne demek?
Pivot hakkın azaldı.
Pazarlama bütçen daraldı.
Yazılımcının “bu sprintte geç kaldım” deme lüksü seni batırabiliyor.

Yani girişimcinin “para yakma süresi”, laptop pili gibi: 2020’de %100’ken, şimdi %42’de başlıyorsun.

Ben şahsen birkaç MVP projesinde bizzat yaşadım:
Eskiden junior’la başlıyorduk, “öğrenir, büyür” diyorduk.
Şimdi seni anlaması için bile 2 yıl tecrübesi olan birine ihtiyacın var.
O da zaten remote’a gitmiş oluyor.

5.3. ESOP, Hisse Opsiyonu, Hibrit Kadro: Direnenlerin Stratejileri

Bazı girişimciler “madem para yok, hisse var” diyerek yola çıktı.
Ama şunu fark ettiler:

Yazılımcı artık hisseye değil, hisse senedine bakıyor.
Yani SP500'daki Nvidia hissesiyle seni karşılaştırıyor.
Senin fikrin varsa onun da e-ticaret sepetinde 4.000 dolarlık GPU var.

Yine de bu zorlu ortamda ayakta kalmaya çalışanların bazı stratejileri var:

  • ESOP (Employee Stock Option Plan): “Maaş düşük ama büyürsek birlikte zengin olacağız” vaadi.

  • Hibrit kadro: Kısmi zamanlı yazılımcı, dış kaynak UX, freelance growth – hepsini haftalık Zoom’larda tutmaya çalışma sanatı.

  • Equity + Freelance Modeli: “1 yıl çalış, %1 verelim” teklifi. Yazılımcı bunu duyar duymaz “hadi kolay gelsin” deyip çıkar.

Bu modellerle direnenler var, ama kabul edelim, bu savaşta çok az kişi galip çıkıyor.

5.4. “Bari Remote Çalışayım” Diyenlerin Yükselişi ve Start-up Ruhunun Sorgulanması

Eskiden “ben de bir gün kendi start-up’ımı kuracağım” diyenler vardı.
Bugün aynı kişiler “Amazon’a başvurdum, yazılım testi bekliyorum” diyor.

Çünkü:

  • 3.000 dolarlık remote iş ile TL bazında sıfır risk, yüksek gelir elde edebiliyor.

  • Sağlık sigortası, bonus, tatil, dijital nomad hayatı…

  • Ve en önemlisi: “Bu ülkede bu iş yürümüyor” duygusu.

Benim ekosistemden tanıdığım en vizyoner yazılımcılardan biri, geçenlerde şöyle dedi:

“Deniz abi, ben girişim fikrimi rafa kaldırdım. Çünkü fikrimi büyütmek için değil, hayatta kalmak için yazıyorum artık.”

Bu cümle benim canımı çok acıttı.
Çünkü “girişimcilik ruhu” dediğimiz şey, artık yüksek maaşlı remote tekliflerin gölgesinde solmaya başladı.
Hayal kuran değil, “stable income” arayan bir nesil geliyor.
Ve onları suçlayamayız.
Bu sistemde rüya kurmak lüks oldu.

Start-up ruhu artık ya çok zenginlerde, ya da kafayı biraz kırmış romantiklerde kaldı.

6. Kayıp mı Kazanç mı: Sanal Beyin Göçü ve Türkiye’nin Görünmeyen İhracatı

6.1. Beden Burada, Beyin Orada: Yeni Nesil Göçün Tanımı

Eskiden “beyin göçü” dediğimiz şey, pasaportla başlardı.
Amerika’ya giderdin, çırak olarak başlardın, doktor, mühendis, araştırmacı olurdun.
Beyin göçü; bavulla, vizeyle, havalimanında ağlayarak yaşanırdı.

Şimdi?
Yeni nesil göç, Wi-Fi bağlantısıyla başlıyor.

Google’a çalışan ama Üsküdar’da oturan,
Berlin’de start-up danışmanlığı yapan ama Kadıköy sokaklarında dolaşan,
Stockholm merkezli bir fintech için kod yazan ama akşamları Moda sahilinde yürüyen bir nesil var.

Artık ne giden gerçekten gitmiş sayılıyor,
ne de kalan ekonomiye tam olarak kazandırılmış oluyor.

Yeni göç tipi bu:

“Sanal Beyin Göçü” — bedeni Türkiye’de, üretim gücü yurt dışında olan profesyoneller.

6.2. Freelance ve Remote Çalışanların Kayıt Dışı Döviz Akışı

Resmi rakamlar 2023'te Türkiye'nin toplam yazılım ihracatını 2,5 milyar dolar civarında gösteriyor.
Ama gel, bir de ben sana kayıt dışı kısmını anlatayım.

Platformlar:

  • Upwork

  • Toptal

  • Fiverr

  • Guru

  • LinkedIn üzerinden DM ile alınan işler

  • Discord grupları, Telegram iş havuzları

  • Slack topluluklarında yapılan “mini iş alımları”

Hepsi Türkiye'de binlerce yazılımcının yurt dışından döviz kazanmasına olanak sağlıyor.
Ama nereye yatıyor o para?

  • Wise

  • Payoneer

  • Revolut

  • Papara

  • Kripto cüzdanlar

  • Yastık altı USDT

Ne Maliye görüyor, ne devlet...
Ama çocuk Starbucks’tan cold brew içiyor, çünkü USD geliyor.

Sadece ben tanıyorum:

Aylık 10–15 bin dolar gelir elde eden ama “SGK’m yok” diyen yazılımcılar var.

Bu insanlar devlete yük değil, ama görünür de değiller.
Kayıp mı kazanç mı?

Kişi için kazanç.
Ülke için gri bölge.

6.3. Türkiye’nin Yazılım İhracatında Görünmeyen Milyon Dolarlar

Düşünsene:
Bir yazılımcı Almanya’daki bir şirkete 3.000 €’ya iş yapıyor.
Resmi kaydı yok.
Faturası yok.
Ama maaşı var.

Çarp bunu 10 bin kişiyle.
Aylık 30 milyon €, yılda 360 milyon €.

Yani Türkiye’nin resmi yazılım ihracatına eklenmeyen dev bir hayalet ekonomi var.

Ve bu ekonomi:

  • Vergi sistemine girmiyor

  • Teşvik sisteminden faydalanmıyor

  • İhracat istatistiklerine yazılmıyor

  • Ar-Ge desteklerine dokunmuyor

Ama gayet işliyor.

Bence bu Türkiye’nin en büyük paradokslarından biri:

Üretim burada, değer transferi dışarıda.
Ve işin kötüsü şu:
Kimse bu transferi geri çağırmak için bir sistem kurmuyor.

6.4. “Kazandım Ama Burada Harcamıyorum” Ekonomisi

Yeni nesil remote çalışanlarda şöyle bir eğilim var:

“Burada yaşarım ama paramı burada harcamam.”

Döviz geliyor ama:

  • Yatırım yurt dışında

  • Harcama dövizle

  • Vergi yok

  • Sosyal katkı sıfır

Benim birebir tanık olduğum bir örnek:
Bir çocuk var, 6.000 $ kazanıyor.
Netflix Türkiye yerine Kanada hesabı kullanıyor.
GitHub lisansını dolarla alıyor.
Kahve makinesi Almanya’dan geliyor, gümrükte paket patlıyor.
Ülke ekonomisine katkısı?
Sıfırın biraz üstü, ama ruhsal olarak çoktan gitmiş.

Şimdi soruyorum:
Bu bir kayıp mı, yoksa bir stratejik fırsat mı?
Devlet bu çocukları sisteme nasıl dahil edebilir?
Start-up'lar bu insanları nasıl geri kazanabilir?

Çünkü şu an yaptığımız şey,
küresel yeteneği Türkiye’de besleyip, dünyaya kiralamak.

Ve bunun karşılığında hiçbir şey alamıyoruz.

Ne vergi, ne patent, ne ürün, ne değer zinciri...

 

7. KOBİ’ler ve Ar-Ge’nin Sessiz Çöküşü: Yazılımcıya Ulaşamayanın Geleceği Var mı?

7.1. Dijitalleşmek İsteyen Ama Kod Yazdıracak Kimseyi Bulamayan Şirketler

KOBİ dünyasında artık dijitalleşmek istemeyen kalmadı.
Ama "dijitalleşeceğiz" deyip kapı kapı yazılımcı arayan şirketlerin çoğu, ilk üç haftada motivasyonunu ve umudunu kaybediyor.

Ben birebir şahit oldum:
Bir KOBİ patronu bana şöyle dedi:

“Deniz Bey, bizim muhasebeci Excel’de bir şeyler yapıyor, adı ERP oldu artık.”

Adam gerçekten ERP sandığı şeyin VLOOKUP’la çalışan bir tablo olduğunu anlatırken gözleri doluydu.

Çünkü yazılımcı arıyorlar, ama:

  • Maaşları karşılayamıyorlar,

  • Doğru yetenekle tanışamıyorlar,

  • Üç teklif alıp hepsiyle kavga ediyorlar.

Ve en sonunda:

“Yazılımcılar çok şımarık olmuş, biz bu işi dışarıya veririz!” diyorlar.
Ama dışarıda da başka bir kabus var…

7.2. Proje Bazlı Dış Kaynak Kullanımının Riskleri

Outsource etmek kulağa mantıklı geliyor, değil mi?

“Maaş ödemem, sigorta yok, işi verir çıkarım.”

Evet. Ama:

  • Versiyon kontrolü yok,

  • Kod deposu kimin elinde belli değil,

  • Dokümantasyon yok,

  • Geliştirici değişince proje çöküyor.

Sonra ben çağrılıyorum ve klasik hikaye başlıyor:

“Deniz Bey, bizim ERP'yi yazan çocuk geçen ay Kanada’ya taşınmış, şifreleri alamadık. Şimdi bu kodları başka biri devam ettirebilir mi?”

Yok kardeşim.
Kod base öyle bir yazılmış ki, sanki kimse sonra elleyemesin diye intikamla yazılmış.
Şirketin Ar-Ge hayali, bir junior’ın değişken isimlerinde boğuluyor.

Outsource = çözüm değil.
Eğer kontrol sende değilse, teknoloji senin değil, hizmet aldığın ajansındır.
KOBİ bunu hala anlamadı.

7.3. No-code & Low-code Çözümlere Yönelimin Nedenleri ve Sınırları

KOBİ ne yapsın?
Yazılımcı pahalı, dış kaynak riskli.
Dönüyor ve diyor ki:

“O zaman biz bu işi no-code ile çözelim.”
“Bubble varmış, Retool diye bir şey duydum, hatta bir arkadaş Glide ile CRM yapmış.”

Evet, bu platformlar bazı süreçler için mükemmel.
Ama...

  • Gerçek zamanlı entegrasyonlar?

  • IoT veri akışları?

  • Karmaşık finansal modeller?

  • Supply chain optimizasyonu?

Yok kardeşim, orada bırakıyor seni.

Benim bir tanıdık bir depo yazılımını no-code ile yapmış.Yapmış demeyeyim de, denemiş diyeyim...
Sonuç: Forkliftler bile uygulamaya inanmamış.
Zemin kaygan diye uyarı veriyor ama teslimat verisi girince çöküyor.

No-code çözümler, dijitalleşmenin giriş katıdır.
Ama KOBİ, henüz asansörle yukarı çıkabileceğini fark etmeden, çatı katında villa bekliyor.

7.4. Devlet Destekleri: Yetişemeyen Teşvik mi, Yanlış Hedeflenmiş Politika mı?

Devlet “Ar-Ge teşviği” diyor, “TÜBİTAK hibe” diyor, “KOSGEB çağrısı” diyor…
Ama KOBİ diyor ki:

“Ben form doldurana kadar zaten proje öldü.”
“Yazılımcıya maaş vereceğim diye evimi sattım, o sırada başvuru linki kapanmış.”
“Proje başvurusu kabul edildi ama destek gelene kadar yazılımcı Almanya’ya gitti.”

Ve devlet hala ısrarla istiyor:

  • Her ay bordro

  • SGK dökümü

  • Çalışan yetkinlik belgesi

  • Devlet destekli depresyon

  • Ek belge olarak da sabır

Türkiye'de KOBİ için teşvik, “beklemeye alınmış umut sistemi” gibi çalışıyor.
Kimin için hızlandırıcı, kimin için yavaşlatıcı olduğuna ise kimse bakmıyor.

Ar-Ge yapmak isteyen KOBİ kaynaksız, kaynak bulanlar ise takipsiz.
Sistem “proje yazabilene” değil, “proje raporlayabilene” para veriyor.

Gerçek dijitalleşme, form doldurmakla değil, kod çalıştırmakla olur.
Ama bizim KOBİ hala “yazılım mı, sihir mi?” diye soruyor.
Yazılımcı yok, sistem yok, fon geç geliyor.

Ar-Ge’nin sessiz çöküşü budur işte:
Ne çığlık atar, ne duman çıkar.
Ama sistem çöker, ve fark eden olmaz.

8. Bu Gidişle Ne Olur? Felaket Telliği Değil, Gerçekçi Senaryolar

8.1. Dev Yazılım Firmaları Çıkabilir Ama KOBİ’ler Küçülür

Yazılım sektöründe iki gerçek var:

  1. Maaşlar artıyor.

  2. Buna sadece büyük oyuncular ayak uydurabiliyor.

Bugün Trendyol, Getir, Insider gibi firmalar yüzlerce yazılımcıya yıllık bir kaç milyon TL’ye varan maaşlar ödeyebiliyor.
Çünkü yatırım alıyorlar. Global büyüyorlar. Gelirleri dolar bazlı.

Ama KOBİ’ye sor:

“Abi bizim ciromuz 50 milyon TL. 4 yazılımcıya 3’er yüz bin verirsem, neyle dijitalleşeceğim? Word dosyasını mı dijitalleştireyim?”

Eğer bu maaş seviyesi kalıcı hale gelirse ve KOBİ’lerin buna erişimi olmazsa:

  • Büyükler daha büyük olacak,

  • Küçükler ya dış kaynak kullanacak ya da dijitalleşmeyi bırakacak.

  • Türkiye, dijital uçurumla ikiye ayrılacak: Teknolojiye sahip olanlar ve sadece satın alanlar.

8.2. Ar-Ge Türkiye Dışına Kayabilir: Polonya, Gürcistan, Estonya Trendi

Birçok start-up kurucusu ve CTO şunu demeye başladı:

“Türkiye’de yazılımcı pahalı, bari takımı Gürcistan’dan, back-end’i Polonya’dan, destek hattını Estonya’dan alalım.”

Çünkü orada:

  • Devlet destekleri daha hızlı,

  • Vergi sistemi daha net,

  • Yazılımcılar hem ucuz, hem kurallı.

Bugün birçok Avrupalı şirketin Ar-Ge merkezi Tallinn'de,
Çünkü Estonya bir butonla şirket kurdurtuyor, bir günde vergi numarası veriyor,
ve 3 ay içinde yatırımcıya rapor çıkaran sistemi var.

Bizde?

  • E-imza yoksa sistem yok.

  • E-devlet şifresi unutulduysa teşvik yok.

  • Kod yazılmadan önce KDV istisnası başvurusu başlıyor.

Yani Türkiye, kendi beyin gücünü fiyatla dışarı iterken,
altyapı yetersizliğiyle de yabancı yatırımcıyı içeride tutamıyor.

8.3. Eğitim Sistemi Yetersizse, Maaş Artışı Sadece Geçici Doping Olur

Bugün bootcamp furyası aldı başını gidiyor.
Junior developer sayısı her hafta artıyor ama:

  • Nesne yönelimli programlama nedir, bilmiyor.

  • Git’i sadece “push” komutu sanıyor.

  • MVC mi MVP mi, hamburger mi karıştırıyor.

Yani maaşlar artıyor ama kalite aynı kalıyorsa, bu bir balon ekonomisi yaratır.
Ve o balon patladığında ilk gidecek olanlar:

  • KOBİ’ler,

  • Girişimciler,

  • Ve para yakma süresi dolan start-up’lar olur.

Eğitim sistemimiz hala 2005’te yazılmış Java kitaplarıyla final yaptırıyor.
Halbuki dünya artık LLM’lerle kod yazıyor,
bizde hâlâ LinkedList açıklanıyor.

Maaşı artırmak çözüm değil,
Doğru yeteneği yetiştirmek, doğru yönlendirmek esas meseledir.
Yoksa sektör “senior maaşı alan juniorlar çöplüğüne” döner.

8.4. Türkiye İçin Alternatif Yol Haritaları

Peki bu distopik senaryolara mahkûm muyuz? Hayır.
Ama işler kendiliğinden düzelmez. Şu stratejiler şart:

KOBİ’lere özel yazılım destek programları

Vergi indirimi değil, doğrudan yazılımcı istihdam fonu
(İşe al, maaşının %30’unu devlet karşılasın gibi)

Ar-Ge teşviklerinin sadeleştirilmesi

PDF değil, API bazlı başvuru sistemleri.
Başvuru süresi 3 gün, ödeme 6 ay sonra olursa o teşvik olmuyor. O öfke oluyor.

Devlet eliyle “yazılımcı havuzu” oluşturulması

Üniversite değil, proje bazlı yetişen genç yetenekleri toplamak.
Belirli testlerden geçmiş, kurumlara kolay entegre olabilecek yazılımcı listeleri.

Küçük ölçekli “tech-zone” bölgeleri

Ankara-İstanbul dışında, Burdur, Edremit, Mardin gibi yerlerde yazılımcı kümelenmeleri.
Ucuz yaşam, temiz hava, hızlı internet = yetenek tutar.

Eğer Türkiye bu gidişle devam ederse,
kod yazabilenlerin yaşadığı ama sistemin işlemediği bir ülkeye dönüşebiliriz.
Ama bu gidiş, dönüşü olmayan bir yol değil.
Yeter ki doğru soru şu olsun:

"Yazılımcı pahalı mı?" değil…

"Biz neden değer yaratamıyoruz?"

 

9. Kapanış: Lüks Değil, Stratejik Zorunluluk

9.1. Yazılımcıya Para Vermek, Lüks Değil Üretkenlik Yatırımıdır

Bugün birçok yönetici, yazılımcı maaşlarını hala “gider kalemi” olarak görüyor.
Ama şunu açıkça söyleyelim:

Yazılımcı maaşı, üretkenliğe yapılan doğrudan yatırımdır.

Bir üretim hattında kullanılan makine nasıl amortisman hesabına giriyorsa,
kaliteli bir yazılımcı da yazılımın üretim hattıdır.
Kod bir çıktıdır.
Ama onu doğru yazan insan, sistemin kalbidir.

İyi bir yazılımcı sayesinde:

  • Süreçler otomatize olur

  • Hatalar azalır

  • Ürün daha hızlı pazara çıkar

  • Ekipler daha verimli çalışır

  • Müşteri daha memnun olur

Peki bunu sağlayan kişiye neden en az yatırım yapılır?

Üretkenliğe yatırım yapmayan şirketler, kısa vadeli kâr peşinde koşar ama uzun vadede kapanacak süreçlerin altyapısını kurar.

9.2. Pahalı Ama Ucuzdan Daha Verimli Olan İşler Mümkündür

Yazılımda da hayatta olduğu gibi bazı işler ucuz başlar ama pahalı biter.

Ucuz geliştiriciyle yazılmış kötü bir sistemin toplam maliyeti nedir?

  • Geciken teslimatlar

  • Sürekli yeniden yazılan kod

  • Sürekli revize isteyen müşteriler

  • Her ay çıkan yeni bug’lar

  • Ve en kötüsü: kaybedilen itibar

Oysa pahalı görünen ama kaliteli bir yazılımcı:

  • Daha az satırla daha sürdürülebilir kod yazar

  • Daha iyi test eder

  • Daha az hatayla projeyi sonuçlandırır

  • Ve seni projeye değil, ürüne odaklanmaya yöneltir

Ucuz, kısa vadede mutluluk;
Pahalı, uzun vadede huzur getirir.

9.3. Maaşlar Değil, Verimsizlik Batırır

Hiçbir şirket yüksek maaş yüzünden batmaz.
Ama kötü kadrolaşma, yanlış ekip yapısı ve verimsiz iş modelleri şirketi sessiz sessiz çökertir.

Ben danışmanlık yaptığım bazı şirketlerde şunu açıkça gördüm:

  • Yazılımcı maaşları toplam giderin %10’uydu

  • Ama yönetim kadrosu %30’du ve strateji üretmiyordu

  • Projeler 2 kat sürede, 3 kat maliyetle tamamlanıyordu

  • Sorun maaşlar değil, kötü yönetilen projelerdi

Kötü planlanmış bir IT yatırımı,
hiç yapılmamış olandan daha çok zarar verir.

Asıl tehdit maaş bordrosu değil,
verimsizliğin normalize edilmiş hali.

9.4. Son Söz: Liyakatın Bedeli, Liyakatsizliğin Maliyetinden Daha Düşüktür

Bugün bir yazılımcıya 100.000 – 150.000 TL maaş vermek kulağa fahiş gelebilir.
Ama 50.000 TL’ye “mış gibi yapan” insanlarla yıllarca oyalanıp,
sonunda o sistemin tamamını çöpe atmak?
İşte o daha pahalıya patlar — paradan çok ömür kaybettirir.

Bunu yaşamayan anlayamaz.
Anlayan da zaten o acıyı sadece bütçede değil, sinir sisteminde taşır.

Benim meslek hayatım, tam da bu noktada devreye girdi:
Sistemi çöken, projesi batan, yazılımcısı kaçan, teslim tarihi geçmiş, ekranı dolu ama işlevsiz sistemlere sahip şirketler,
çaresizlik içinde hep aynı refleksle aradı beni:

"Acil durumda camı kırınız" iç güdüsüyle...

Ve ben her seferinde o yangının ortasında buldum kendimi.
Ne yazık ki çoğu zaman, müdahale edilen şey kod değil, enkazdı.

Liyakat pahalı olabilir.
Ama liyakatsizlik daha uzun sürer, daha yıpratır, kuşkusuz daha pahalıdır ve çoğu zaman sessizce iflas ettirir.

Bu iş sadece parayla da çözülmez.
Kültürle çözülür.
Doğru değer sistemiyle çözülür.
Ekibi sadece yazılımcıdan değil, yazılım anlayışından oluşturmakla çözülür.

Eğer sen şirket olarak liyakate yatırım yaparsan,
yazılımcın da sana sadakat, sürdürülebilirlik ve büyüme olarak geri döner.

Sevgili dostum…

Eğer buraya kadar okuduysan, büyük ihtimalle yazılıma, üretmeye, ülkeye, geleceğe inanan birisin.
Yazının başında bir soru sordum:

“Yazılımcı çalıştırmak lüks mü oldu, yoksa liyakatin bedeli mi?”

Amacım bu soruyu cevaplamak değil,
bu sorunun doğru şekilde sorulmasını sağlamaktı.

Ben bu satırları;
kod yazmış, ekip kurmuş, danışmanlık vermiş ve hala üretmeye çalışan bir mühendis olarak yazdım.
Her satırda hem bir yönetici, hem bir yazılımcı, hem de yıllardır bu sektörün içinde olan bir gözlemci olarak konuştum.

Amacım kimseyi yermek değil.
Ama biraz da sarsmak…
Çünkü yazılımcıyı anlamadan, teknolojiye yatırım yapılmaz.
Ve teknolojiye yatırım yapmadan da şirketlerin geleceği yazılamaz.

Zaman ayırıp okuduğun için teşekkür ederim.
Yorumun, katkın, eleştirilerin varsa her zaman başımın üstünde.
Paylaşmak istersen çekinme —
çünkü bu yazının derdi yalnızca anlatmak değil, birlikte düşündürmekti.

Dipl.-Ing. Deniz Cengiz




 

Yorumlar

En çok okunanlar

Cloud Computing Reference Architecture: An Overview

Cloud Architecture

Teknolojik Altyapıdan Ne Anlıyoruz?

Run SAP İş Ortağı Programı, En İyi Çözüm Operasyonunu Nasıl Sağlar?

KÖRLER ÜLKESİNE KRAL OLMAK

CLOUD COMPUTING – An Overview

Artırılmış Gerçeklik nedir ve hangi alanlarda kullanılıyor?

BİG DATA MANAGEMENT

Blockchain, sözleşmelerin dijital koda yerleştirildiği ve şeffaf paylaşılan veri tabanlarına depolandığı, silinmesi, değiştirilmesi ve düzeltilmesinden korunan bir dünyayı hayal edebiliriz.

Master Data Management (MDM): Kurumsal Veri Stratejisinin Temel Taşı