Yerelleşmeyen Globalleşemez: Türk Lojistikte Dijital Dönüşümün İnce Çizgisi



İçindekiler

1. Giriş: Dijital Dönüşümün Moda Sözü mü, Zorunluluk mu?

  • Türkiye’de lojistik sektörünün dönüşüm sancıları

  • “Dijitalleşiyoruz” diyen ama aslında Excel’den vazgeçmeyen şirketler

  • Küresel rekabetin Türkiye’deki firmalara yüklediği yeni baskılar

2. Küresel Oyunun Kuralları: Global TMS ve WMS Devleri

  • SAP, Oracle, Manhattan gibi global devlerin vizyonu

  • Uluslararası standartların sahadaki yansımaları

  • Türk firmalarının bu yazılımlarla yaşadığı kültür ve maliyet şoku

3. Yerel Oyuncuların Gücü ve Zaafları

  • Logo, Canias, Mikro ve diğer yerli çözümlerin panoraması

  • Avantaj: Maliyet, esneklik ve Türk KOBİ’sine uyum

  • Zaaf: Global know-how eksikliği, entegrasyon zayıflığı, danışmanlık kültürü

4. Türk Lojistikte “Excel İmparatorluğu”

  • ERP’si var ama mutabakat hâlâ Excel’de

  • TMS var ama rota hâlâ WhatsApp’tan

  • İnsanların sistemden çok kişilere güvenmesi

5. Danışmanlık Kültürü: Eksik Olan Gizli Malzeme

  • Almanya–Türkiye danışmanlık farkı

  • “Sistem kuruldu, bitti” anlayışının trajikomik sonuçları

  • Gerçek dönüşümün ancak iş süreçleri yeniden tasarlandığında olacağı gerçeği

6. Yerelleşmenin Önemi: Globalleşmenin İnce Çizgisi

  • Türk pazarının dinamikleri: Nakliye, sigorta, akaryakıt, insan ilişkileri

  • Global yazılımlar yerelleşemezse niye başarısız oluyor?

  • Yerli yazılımlar globalleşemezse niye sınırlı kalıyor?

7. Gelecek Perspektifi: Hibrit Model Mümkün mü?

  • Yerli–global iş birlikleri ve API ekonomisi

  • Multi-tenant SaaS mimarilerin getirdiği yeni fırsatlar

  • Türkiye’den çıkacak “gerçekten global” bir lojistik yazılımı mümkün mü?

8. Sonuç: İnce Çizgiyi Geçebilenler Ayakta Kalacak

  • “Yerelleşmeyen globalleşemez” prensibinin sahadaki karşılığı

  • Şirketlere 3 net öneri: (kültür, teknoloji, danışmanlık)

  • Dijital dönüşüm aslında yeni bir Excel dosyası açmak değildir.


1. Giriş: Dijital Dönüşümün Moda Sözü mü, Zorunluluk mu?

Türkiye’de lojistik sektörünün dönüşüm sancıları

Türkiye lojistikte köklü bir coğrafi avantaja sahip: Asya ile Avrupa’nın tam ortasında, tarihi İpek Yolu’nun modern versiyonu tam üzerimizden geçiyor. Ama işin acı tarafı şu ki; altyapımız coğrafyamız kadar avantajlı değil. Havalimanlarımız, limanlarımız, otoyollarımız hızla gelişse de, dijital altyapıda hâlâ sancı çekiyoruz.

Bugün Türkiye’de birçok lojistik firması hâlâ “tabela büyüklüğü” ile övünüyor; kaç kamyonu, kaç deposu olduğuyla. Ama sor bakalım bu operasyonun gerçek zamanlı verisi nerede, sistemde mi, yoksa kamyon şoförünün cebindeki WhatsApp grubunda mı? İşte burası sancının başladığı nokta.

Lojistikte dijital dönüşüm, tabeladaki “A.Ş.” ekinden daha fazlasını gerektiriyor. Çünkü rekabet artık kamyon sayısıyla değil, veriyle yapılıyor. Ve biz hâlâ “veri”yi depoda palet gibi raflara yerleştiremiyoruz.


“Dijitalleşiyoruz” diyen ama aslında Excel’den vazgeçmeyen şirketler

Türkiye’de “dijitalleşme” sözcüğü bazen “yeni bir Excel dosyası açmak”la eş değer görülüyor. Toplantılarda patronun ağzından şu cümleyi duymak işten bile değil:

“Arkadaşlar, biz artık dijitalleştik.”
Sonra bakıyorsun, tüm sistem Excel’de, paylaşımlar WhatsApp’tan, mutabakat mail ekinde “son sürüm” diye gönderilen v12_final_final_son_bu_sefergerçek.xlsx.

Bu tabloyu görünce insanın aklına şu geliyor: Biz aslında dijitalleşmiyoruz, Excel’in kölesi oluyoruz. Öyle bir kölelik ki, bir hücrede yanlışlıkla “,” yerine “.” koysan, tüm kâr/zarar analizi altüst. Ve işin kötüsü, bu hata “dijitalleşme başarısız oldu” diye değil, “çalışan dikkatsiz” diye raporlanıyor.

Bir de işin trajikomik tarafı var: Şirketlerin IT departmanı genelde “dijitalleşiyoruz” dediklerinde sunuma güzel bir PowerPoint koyuyor. Ama sahadaki adam hâlâ tırın nerede olduğunu şoföre telefon açarak öğreniyor. Yani dijitalleşme vitrin süsü; vitrinin arkasında hâlâ defter, kalem, Excel.


Küresel rekabetin Türkiye’deki firmalara yüklediği yeni baskılar

Bugün Avrupa’da ya da Amerika’da lojistik firmaları dakikalarla yarışıyor. Amazon’un deposundan çıkan ürünün birkaç saat içinde müşteriye ulaşması normal. Türkiye’de ise hâlâ “kamyon yolda, gelir abi” standardı var.

Küresel rekabet, Türk lojistik firmalarının sırtına ciddi bir yük bindiriyor. Artık yalnızca “ucuz taşıma” ile iş alınmıyor. Müşteri şunu soruyor:

  • Şeffaflık: Kamyonum nerede?

  • Hız: Ne zaman ulaşacak?

  • Kalite: Yolda hasar, kayıp, gecikme var mı?

  • Fiyat: Bunu kaça yapıyorsun?

Türk firmalarının çoğu bu soruların sadece sonuncusuna cevap verebiliyor: “Abi biz uyguna taşırız.” Ama küresel oyunda sadece ucuz olmak yetmiyor; hızlı, izlenebilir ve hatasız olmak gerekiyor.

İşin özü şu: Dijital dönüşüm, bir moda değil, artık hayatta kalmanın tek yolu. Çünkü küresel devlerle aynı masada oturuyorsun ve elinde onların “track & trace” sistemine karşı hâlâ bir Excel varsa, o masada sadece menüde olursun, masada değil.

2. Küresel Oyunun Kuralları: Global TMS ve WMS Devleri

SAP, Oracle, Manhattan gibi global devlerin vizyonu

Global yazılım devleri oyunu öyle bir kuruyor ki, adeta “dijital lojistikte lig atlamak istiyorsan bilet bizde” diyorlar. SAP, Oracle, Manhattan… Hepsinin ortak özelliği şu: sadece yazılım satmıyorlar, bir dünya görüşü satıyorlar.

SAP’nin vizyonu, şirketi “end-to-end” yönetmek; Oracle her şeyin veritabanında birleştiğini iddia ediyor; Manhattan ise özellikle WMS tarafında dünyayı “kutudan çıkan standartlarla” düzene sokuyor. Yani mantık şu: “Senin işini biz senden iyi biliyoruz. İş süreçlerini bizim kitabımıza göre oynarsan, globalleşirsin.”

Burada yanlış yok aslında. Adamların 50 ülkede, 5000 farklı firmada test edilmiş modelleri var. “Best practice” diyorlar. Ama işte “best practice” denen şey, her zaman “bizim practice” olmuyor. Çünkü Anadolu’daki depoda işçi paleti yere bırakırken dua edip sigarasını yakıyor; Almanya’daki işçi ise robot kollu sortera paleti teslim ediyor. Aynı vizyon, farklı gerçeklik.


Uluslararası standartların sahadaki yansımaları

ISO 9001, ISO 27001, GDP, GMP… Saymakla bitmeyen uluslararası standartlar var. Kağıt üzerinde hepsi çok mantıklı: izlenebilirlik, güvenlik, süreç kontrolü. Ama sahaya indiğinde işler biraz farklı oluyor.

Mesela Avrupa’da “track & trace” dediğinde, sistem sana kamyonun tam olarak hangi kilometrede olduğunu, ortalama hızını, şoförün molasını ve kalan süresini saniye saniye veriyor. Türkiye’de aynı sistemi kuruyorsun, sonra şoför telefonu kapatıyor:

“Abi arama beni, ben şimdi köydeyim, GPS çekmiyor.”

Standart var, evet. Ama sahadaki kültür, altyapı ve insan faktörü aynı değil. Global devler “biz size standardı veriyoruz” diyor, fakat Türk lojistik sektörü bunu kendi koşullarına uyduramadığında standardın kendisi bir külfete dönüşüyor. Yani standart, standardın altında kalıyor.


Türk firmalarının bu yazılımlarla yaşadığı kültür ve maliyet şoku

Burada işin en trajikomik kısmı başlıyor: maliyet. Global bir TMS veya WMS projesine adım atan bir Türk firması, ilk faturayı görünce küçük çaplı bir kalp krizi geçiriyor.

  • Lisans ücreti: Döviz cinsinden.

  • Danışmanlık ücreti: Saatlik, o da döviz cinsinden.

  • Eğitim, destek, upgrade: Hepsi ayrı kalem.

Sonra proje ilerledikçe şu meşhur cümle geliyor:

“Bunu Türk mühendis de yapar abi!”

Ama iş sadece maliyet değil, kültür şoku da var. Global yazılım diyor ki:

  • “Depoda şu süreç üç adımda yapılacak.”
    Türk depo müdürü diyor ki:

  • “Ama biz kırk yıldır beş adımda yapıyoruz, üç adımda olmaz.”

Yani sistem, kültürü dönüştürmek için geliyor; kültür, sistemi eğip bükmeye çalışıyor. Sonunda ortaya ne çıkıyor? Ne SAP oluyor, ne depo; arada bir mutant yaratık.

Sonuç: Türk firmaları global yazılımlarla çalışırken hem ciddi bir maliyet baskısı altında eziliyor hem de kendi iş yapma alışkanlıklarını terk etmekte zorlanıyor. Ve bu ikisinin çarpışması çoğu zaman projeyi “yarım kalmış dijitalleşme hikâyesi”ne çeviriyor.

3. Yerel Oyuncuların Gücü ve Zaafları

Logo, Canias, Mikro ve diğer yerli çözümlerin panoraması

Türkiye yazılım pazarı boş değil. Logo, Canias, Mikro, Netsis… Hepsi yıllardır KOBİ’lerin yükünü taşıyor. Kullanıcı arayüzleri basit, raporlar işletmeci mantığına uygun, maliyetler global devlerin yanında “çerez parası”. Bu çözümler, Türkiye’nin dalgalı ekonomisine ve sürekli değişen mevzuatına adapte ola ola “survivor yazılımlar”a dönüştü.

Ama işte tam burada bizim Kamyoon TMS sahneye çıkıyor. Çünkü biz “yerel” diye Excel mantığına sıkışmadık; global devler gibi “tek tip süreç” dayatmadık. Kamyoon, multi-tenant mimarisiyle hem Arkas gibi devlere ayrı tenant açabiliyor hem de KOBİ’ye kendi süreçlerini bozmadan sistem kullanma esnekliği sağlıyor .

Avantaj: Maliyet, esneklik ve Türk KOBİ’sine uyum

Yerli yazılımların en büyük artısı: maliyet avantajı. SAP’ye ödenecek tek danışmanlık saatlik ücretiyle burada komple proje kuruyorsun. Ayrıca esneklik çok daha yüksek; müşteri “şunu bana özel yap” dediğinde, global yazılım “hayır” diyor, yerli yazılım ise “abi patch atarız” diyor.

Kamyoоn burada farklılaşıyor: Biz sadece “patch” atmıyoruz, standart bir ürünle esneklik sunuyoruz. Yani sistem hem API-first yaklaşımıyla global entegrasyonlara hazır, hem de Türk KOBİ’sinin günlük operasyonuna uyacak kadar esnek. Ve bu ikisini aynı sepete koyabilmek zaten yerli pazarın en kritik ihtiyacıydı.

Zaaf: Global know-how eksikliği, entegrasyon zayıflığı, danışmanlık kültürü

Yerli yazılımların en büyük problemi hâlâ geçerli:

  • Global know-how sınırlı,

  • Entegrasyon tarafı çoğu zaman “CSV import/export”,

  • Danışmanlık kültürü “lisansı sat, kur, çık”.

Ama Kamyoоn’da oyun biraz farklı kuruluyor. Biz bu eksikleri baştan çözdük:

  • Know-how: Global mimarileri referans alıp Türkiye lojistik gerçeklerine uyarladık.

  • Entegrasyon: API-first ve GraphQL yapısıyla, global SaaS ekosistemiyle aynı masaya oturuyoruz.

  • Danışmanlık: Sadece yazılım değil, süreç danışmanlığı da veriyoruz; yani kur ve çık değil, birlikte dönüştür.

Kısacası: Logo, Canias, Mikro gibi çözümler Türkiye için değerli, ama Kamyoоn artık bu tabloya “bir üst lig” notunu düşürüyor. Çünkü biz sadece “yerli çözüm” değil, yerelden doğup globalle uyumlu çalışan çözümüz.

4. Türk Lojistikte “Excel İmparatorluğu”

ERP’si var ama mutabakat hâlâ Excel’de

Türkiye’de ERP kullanımı son 20 yılda patladı. SAP, Oracle, Logo, Canias… Hepsi kuruldu, fatura kesiliyor, muhasebe dönüyor, raporlar hazırlanıyor. Ama iş mutabakata gelince? Orada sahneye hep aynı karakter çıkıyor: Excel.

ERP’de her şey var, ama müşteriyle ay sonu mutabakatı yine “excel_final_son_gercek_v13.xlsx” üzerinden yapılıyor. Niye? Çünkü sistemde rapor almak zor geliyor, çünkü herkes kendi Excel şablonuna alışmış, çünkü ERP “standardı” bizim gerçeklerimize uymuyor.

ERP var ama mutabakat Excel’de… Bu tablo, aslında bizim dijital dönüşüm hikâyemizin özeti. Yani yazılım var, sistem var ama güven hâlâ Excel’de.

TMS var ama rota hâlâ WhatsApp’tan

Birçok firmada TMS sistemi kurulu. Ekranlar şahane, haritalar pırıl pırıl, dashboard’da her şey var. Ama operasyon müdürüne sorun:

“Tır nerede?”
Alacağınız cevap:
“Dur bakayım, şoföre yazayım.”

Ve hemen WhatsApp grubu açılır: “Abi neredesin?”

Yani TMS var, ama rota hâlâ WhatsApp’tan takip ediliyor. Çünkü insanlar sisteme bakmaya üşeniyor, çünkü sistemden rapor almak yerine “şoföre sor” refleksi daha hızlı geliyor. İşte tam da bu yüzden Türkiye’de TMS projeleri çoğu zaman “süslü bir harita”dan öteye gidemiyor.

İnsanların sistemden çok kişilere güvenmesi

Belki de en kritik nokta bu. Türkiye’de iş hâlâ kişiye güven üzerine kurulu.

  • ERP’de kayıt var ama patron, muhasebe müdürünün dediğine inanıyor.

  • TMS’de rota var ama lojistik şefi, şoförün ses tonuna güveniyor.

  • WMS’de stok var ama depo sorumlusu, “benim sayım doğrudur” diyor.

Yani sistem aslında var ama kimse güvenmiyor. Herkesin güven kaynağı hâlâ insan, hâlâ “usta-çırak ilişkisi”. Oysa globalleşen dünyada müşteri “veri”ye güvenmek istiyor. Bizim kültürde ise veri, hâlâ insanın doğrulamasına muhtaç.

Sonuç? Türk lojistiği bir Excel İmparatorluğu. ERP tahtta oturuyor, TMS tahtın süsü, WMS sarayın kapısında bekliyor ama asıl ülkeyi yöneten kim? Excel paşa.


5. Danışmanlık Kültürü: Eksik Olan Gizli Malzeme

Almanya–Türkiye danışmanlık farkı

Almanya’da bir SAP danışmanına gittiğinde şunu görürsün: adam (ya da kadın) önce senin iş süreçlerini inceler. “Bu depo hangi adımlardan geçiyor? Şu mutabakat kimden kime gidiyor? Hangi veriler kimin elinde?” diye sorar. Yani önce işin mutfağına girer, sonra sistemi ona göre kurar.
Türkiye’de danışmanlıksa genelde şöyle ilerler:

“Abi modülü açtık, kurulum tamamdır. Buraya giriş yaparsınız.”

Aradaki fark şu: Alman, danışmanlığı işin kalbine koyar; bizde ise danışmanlık hâlâ “ek hizmet”, yani sistemin yanında verilen yan ürün gibi görülür.

Bu farkı daha derinlemesine ele aldığım makalemi merak edersen mutlaka okuyun derim:
[SAP Danışmanı Olmak: Türkiye vs. Almanya ](https://www.linkedin.com/pulse/sap-dan%C4%B1%C5%9Fman%C4%B1-olmak-t%C3%BCrkiye-vs-almanya-deniz-cengiz-a6duf)


Gerçek sahne fotoğrafları, sahici anılar ve kaynaklarla orada bolca var – özellikle “sistem kuruldu, bitti” trajikomik sahneler için birebir.


“Sistem kuruldu, bitti” anlayışının trajikomik sonuçları

Türkiye’de bir proje biterken törenle şu cümle kurulur:

“Sistem kuruldu, artık her şey dijital.”

Sonra altı ay geçer, bakarsın sistem kullanılmıyor. İnsanlar yine Excel’de, WhatsApp’ta, telefonla iş çeviriyor. Niye? Çünkü kimse işin başında süreçleri yeniden tasarlamamış.

Trajikomik bir örnek: Bir firmada depo yönetim sistemi kuruldu. Sistem “FIFO” (first in – first out) kuralını dayatıyor. Ama depo müdürü dedi ki:

“Bizde paletleri önce en kolay hangisine ulaşırsak ondan çıkarırız. FIFO bize uymaz.”

Sonuç? Sistem devre dışı, FIFO “kağıt üzerinde.” Yani sistem kuruldu, ama depo hâlâ eski alışkanlıklarıyla çalışıyor.


Gerçek dönüşümün ancak iş süreçleri yeniden tasarlandığında olacağı gerçeği

Aslında işin sırrı basit: Dijital dönüşüm ≠ Yazılım kurulumu.
Gerçek dönüşüm, süreçleri yeniden tasarlamaktan geçiyor. Çünkü yazılım, sadece bir araç. Eğer süreç yanlışsa, yazılım o yanlışı dijitalleştirir, düzeltmez.

Bir şirket düşün: mutabakat süreci zaten 5 günde anca bitiyor. Sen buna en gelişmiş TMS veya ERP’yi kursan da süreç yine 5 gün sürer. Ancak süreç baştan kurgulanırsa, işte o zaman teknoloji fark yaratır.

Dijital dönüşüm, aslında şu soruyu sormakla başlıyor:

  • “Bu işi niye böyle yapıyoruz?”

O soruyu sormadan kurulan sistem, sadece pahalı bir Excel oluyor.

6. Yerelleşmenin Önemi: Globalleşmenin İnce Çizgisi

Türk pazarının dinamikleri: Nakliye, sigorta, akaryakıt, insan ilişkileri

Türkiye’de lojistik sadece kamyon ve depo işi değildir; komple bir ekosistemdir.

  • Nakliye: Mazot fiyatları sabah başka, akşam başka. Şoförler bazen yükten çok mazot hesabı yapar.

  • Sigorta: Poliçeler kâğıt üzerinde şahane görünür, ama iş kazaya geldi mi “o maddeyi kapsamıyor” denir.

  • Akaryakıt: Her firmada “indirimli akaryakıt anlaşması” vardır, ama şoför çoğu zaman kendi bildiği yerden alır.

  • İnsan ilişkileri: Bu madde aslında hepsinden önemli. Çünkü Türkiye’de işler çoğu zaman “abi hallederiz” diyerek çözülür.

Yani Türk lojistik pazarı, kuru standartlarla açıklanamaz. Burada her şey biraz mevzuat, biraz piyasa, biraz da insan ilişkisiyle yürür. İşte bu yüzden yerelleşmeyen hiçbir yazılım burada nefes alamaz.


Global yazılımlar yerelleşemezse niye başarısız oluyor?

Global yazılımlar Türkiye’ye geldiğinde şunu varsayıyor: “Dünya standardı burada da geçerlidir.” Ama işin gerçeği öyle değil.

  • Avrupa’da TMS “yol ücreti”ni otomatik hesaplar; Türkiye’de ise köprüden geçişte HGS’si olmayan tır için şoförün cebinden çıkan nakiti sisteme kim girecek?

  • Almanya’da akaryakıt fişi sistemden otomatik düşer; Türkiye’de hâlâ fişin arkasına plaka yazılır.

  • Global sistemde sigorta süreci nettir; bizde “araya bir tanıdık” girer.

Bu küçük gibi görünen detaylar, aslında sistemi çökerten şeylerdir. Çünkü global yazılım “standart”tan sapmaz; Türkiye ise “standart dışı” yaşamaya alışmıştır. Sonuç: yazılım ya sahada çalışmaz ya da kullanıcılar kısa sürede by-pass yolları bulur.

Yerli yazılımlar globalleşemezse niye sınırlı kalıyor?

Yerli yazılımlar Türkiye’de sahayı çok iyi çözer. Mazotu, sigortayı, insan ilişkilerini bilir. Hatta “abi şuraya not alan bir buton koy” denirse ertesi gün patch çıkarır. Ama iş yurtdışına geldiğinde aynı hız yetmez. Çünkü globalde:

  • API standardı beklenir,

  • güvenlik sertifikaları zorunludur,

  • danışmanlık kültürü işin göbeğindedir.

Yerli yazılımlar globalleşemezse, kaderleri hep “yerel kahraman” olmak. Yani Türkiye’de çok konuşulur, ama yurtdışında bilinmez. Bu da sürdürülebilirlik için riskli. Çünkü global rekabette sadece maliyet avantajıyla kalıcı olunmaz; vizyon, mimari cesaret ve süreç disiplini gerekir.

Özetle: Global devler yerelleşemezse nefes alamıyor; yerli yazılımlar globalleşemezse sınırlı kalıyor. O yüzden bu işin sırrı, ince çizgide yürümek. Hem globalin disiplinini hem de yerelin pragmatizmini taşıyabilmek. İşte Türkiye’den çıkacak gerçek bir lojistik teknoloji hikâyesi ancak böyle yazılır.

7. Gelecek Perspektifi: Hibrit Model Mümkün mü?

Yerli–global iş birlikleri ve API ekonomisi

Artık yazılımlar tek başına kahraman olamıyor. Devir, “API ekonomisi” devri. Yani her yazılımın diğerine bağlandığı, verinin sınır tanımadığı bir dünya. Yerli bir yazılım “ben her şeyi yaparım” dediği anda kaybediyor; global bir yazılım “tek standardım budur” dediği anda da.

Peki çözüm ne? Hibrit model. Yani yerli–global iş birliği.

  • Yerli yazılım, sahadaki gerçekleri çözüyor (akaryakıt, sigorta, insan ilişkileri).

  • Global yazılım, uluslararası standardı ve metodolojiyi sağlıyor.

  • API ekonomisi sayesinde ikisi konuşabiliyor.

Böylece ortaya ne çıkıyor? Hem Türkiye’de çalışır, hem de yurtdışında. Yani ne tamamen yerli içine kapanık, ne de tamamen global körü körüne dayatmacı.


Multi-tenant SaaS mimarilerin getirdiği yeni fırsatlar

Bugün lojistik yazılımlarda en kritik kırılma noktası şu: multi-tenant SaaS mimariler.
Artık sistem, tek bir firma için değil; aynı anda yüzlerce müşteriye hizmet verebiliyor. Üstelik her birine ayrı tenant açarak.

Bu ne demek?

  • Arkas gibi dev bir lojistik firması kendi tenant’ında tüm operasyonunu yönetebilir.

  • Yanında küçük bir KOBİ aynı sistemi kullanır ama kendi süreçlerine göre şekillendirir.

  • İkisi de aynı altyapıyı paylaşır, ama birbirinin verisine dokunmaz.

İşte burada Kamyoоn’un seçtiği yol kritik. Çünkü biz sistemi baştan multi-tenant olarak kurduk. Yani “önce yerel olsun, sonra büyütürüz” değil; baştan global mantıkla, ama yerel hassasiyetle. Bu, önümüzdeki 5 yılın en büyük fırsatlarından biri.


Türkiye’den çıkacak “gerçekten global” bir lojistik yazılımı mümkün mü?

Soru bu. Cevap: Evet, ama “ucuz yazılım” mantığıyla değil.

  • Global sertifikalara uyumlu,

  • API-first yaklaşımıyla inşa edilmiş,

  • Danışmanlık kültürüyle desteklenen,

  • Hem Arkas gibi devleri, hem de KOBİ’yi aynı ekosistemde yaşatabilen bir yazılım…

Böyle bir ürün Türkiye’den çıkar mı? Çıkmalı. Çünkü lojistik bizim kaderimiz: jeopolitik konum, ticaret yolları, taşımacılık kültürü. Ama yazılım tarafında bugüne kadar hep başkalarının sahnesinde figüran olduk.

Gerçekten global bir lojistik yazılımı, ancak yerel deneyimle global vizyonun evliliğinden doğar. Ve bence biz şu anda bu hikâyeyi yazmaya başlamış durumdayız. Kamyoоn bunun kanlı canlı örneği: hem globalin disiplinini hem de yerelin pratik zekâsını taşıyor.

Hibrit model, masal değil; doğru kurulduğunda Türkiye’nin en büyük teknoloji ihracatı olabilir. Çünkü lojistik sadece bir sektör değil, bizim DNA’mız.

8. Sonuç: İnce Çizgiyi Geçebilenler Ayakta Kalacak

“Yerelleşmeyen globalleşemez” prensibinin sahadaki karşılığı

Tüm bu tablo bize şunu net gösteriyor: Yerelleşmeyen global devler, Türkiye’de başarısız oluyor; globalleşemeyen yerli yazılımlar ise kendi sınırlarının dışına çıkamıyor. İnce çizgi tam da burada: hem global disipline sahip olup hem de yerel pratik zekâyı korumak.

Kamyoоn’un hikâyesi de tam burada devreye giriyor. Biz yerel sahayı çok iyi biliyoruz ama sistemi kurarken globalin dilini konuştuk. Yani köprü olduk: bir ayağımız Anadolu topraklarında, diğer ayağımız global API ekonomisinde.


Şirketlere 3 net öneri: (kültür, teknoloji, danışmanlık)

  1. Kültür: Dijital dönüşüm önce insanla başlar. Çalışan sisteme güvenmiyorsa, en pahalı yazılım bile “pahalı Excel”den öteye geçmez.

  2. Teknoloji: Yazılımı sadece maliyet avantajı için değil, ölçeklenebilirlik ve entegrasyon gücü için seçin. API’si olmayan, geleceğe kapalı sistemlerden uzak durun.

  3. Danışmanlık: Lisans almakla iş bitmez. Danışmanlığı işin kalbine koyun. Süreç tasarlanmadan sistem kurulursa, sonuç yine Excel olur.

Dijital dönüşüm aslında yeni bir Excel dosyası açmak değildir.

Evet, belki kulağa komik geliyor ama gerçeği bu: Türkiye’de dijital dönüşüm çoğu zaman yeni bir Excel dosyası açmaktan ibaret kaldı. Oysa dijital dönüşüm, işi baştan düşünmek, yeniden tasarlamak ve teknolojiyle güçlendirmekdemektir.

Son söz şu:
Kim bu ince çizgide yürüyebilirse, yani hem globalin disiplinini hem yerelin gerçekliğini taşıyabilirse, işte o şirket ayakta kalacak. Diğerleri? Onlar yeni bir Excel dosyası açmaya devam edecek…


Dipl.-Ing. Deniz Cengiz

Yorumlar

En çok okunanlar

Cloud Computing Reference Architecture: An Overview

Cloud Architecture

Teknolojik Altyapıdan Ne Anlıyoruz?

Run SAP İş Ortağı Programı, En İyi Çözüm Operasyonunu Nasıl Sağlar?

CLOUD COMPUTING – An Overview

BİG DATA MANAGEMENT

KÖRLER ÜLKESİNE KRAL OLMAK

Artırılmış Gerçeklik nedir ve hangi alanlarda kullanılıyor?

Blockchain, sözleşmelerin dijital koda yerleştirildiği ve şeffaf paylaşılan veri tabanlarına depolandığı, silinmesi, değiştirilmesi ve düzeltilmesinden korunan bir dünyayı hayal edebiliriz.

Bilgi Sisteminin Yazılım Yetenek Olgunluk Modeli ile İlişkisi