SAP Danışmanı Olmak: Türkiye vs. Almanya
1. Giriş: Kartvizitteki SAP Logosuyla Başlayan Dram
- Almanya’da SAP danışmanı ne yapar, Türkiye’de ne sanılır?
- “Abi SAP biliyor musun?” ile başlayan iş görüşmesi.
- Hangi ülkede danışmana süreç sorulur, hangisinde ekran kodu ezberletilir?
2. Danışman Tanımı: Mühendis mi? Kodcu mu? Kervanla mı Gelmiş?
- Almanya’da SAP danışmanı = süreç mimarı + metodoloji uzmanı.
- Türkiye’de SAP danışmanı = script yazan, mail atan, arada “hayırlı olsun” mesajı basan kişi.
- “Function module’a bak, not al” = TÜRK STANDARDI
3. Proje Kültürü: Blueprint mi? Yoksa “Abi siz ne yapıyordunuz?”
- Almanya: SAP Activate, RACI, iş analizi, süreç haritaları.
- Türkiye: “Abi faturayı kim kesiyor burada?” diye sorarak analiz yapılan toplantılar.
- Kullanıcı testleri yerine “abi test etmedik ama canlıya alalım” kültürü.
4. Müşteri Davranışı: Yöneticiler Ne Bekliyor?
- Almanya’da: Yönetici SAP danışmanına “benim süreç zayıf, geliştir” der.
- Türkiye’de: “SAP’yi bize uydur” diye gelen patron, sonra “SAP bok gibiymiş” diye çıkan patron.
- “Biz eskiden Excel’de yapıyorduk, onu birebir SAP’ye geçir” talepleri.
5. Dokümantasyon: Bir Efsanenin Sonu
- Almanya’da: Her konfigürasyonun, sürecin, UAT’in, dev’in, testin dökümü tutulur.
- Türkiye’de: “Abi yazmasak da olur, zaten kafamızda tutuyoruz.”
- Versiyon güncellemesi geldiğinde “kim yaptı lan bunu?” anksiyetesi.
6. Roller ve Sorumluluklar: Türkiye’de Herkes Her Şey, Almanya’da Herkes Sadece Kendi Şeyi
- Almanya’da danışman “fit-gap” yapar, dev yapan yapar.
- Türkiye’de danışman: fit-gap, dev, test, user training, sistem yedekleme, printer takibi, host dosyası, motivasyon konuşması...
7. Süreç Sahipliği: Kim Sorumluysa O Kaçar
- Almanya: Süreç sahipleri bellidir, imza atar, hesap verir.
- Türkiye: Herkes “o işi ben değil Hasan yapıyordu” diyerek Hasan’ı bekler.
- UAT raporuna “oldu” yazılır ama test edilmemiştir.
8. Go-Live Gecesi: Çay mı İçilir, Sucuk mu Yenilir?
- Almanya: 3 ay öncesinden planlanır, step-by-step checklist ile gidilir.
- Türkiye: "Abi yarın sabah canlıdayız, hayırlı olsun!"
- Go-live sabahı herkes dualarla işe gelir, çünkü ne olacağı bilinmez.
9. Fatura: Hizmet mi Satıldı, Arkadaşlık mı?
- Almanya: Adam/saat hesaplanır, resmi kontratla faturalandırılır.
- Türkiye: “Abi sen bize bir indirim yap, sonra diğer fabrikaya da seni alırız.”
- “Bu fiyat çok değil mi ya?” + “Sen çay içip gittin sadece” yorumları.
10. Sonuç: Aynı Sistem, Farklı Galaksi
- SAP aynı SAP. Ama Almanya’da ciddiyetle kurulur, Türkiye’de “SAP geçtik yaa” diye hava atmak için.
- Biri kurumsal zekayı sisteme entegre eder, diğeri Excel’i SAP’ye entegre etmeye çalışır.
- Danışman aynı olabilir, ülke farkı uçurumdur.
1. Giriş: Kartvizitteki SAP Logosuyla Başlayan Dram
Almanya’da SAP danışmanı ne yapar, Türkiye’de ne sanılır?
Ben SAP’yi Almanya’da öğrendim. Ama şöyle: Sabah 08:00’de başlayan oturumların, gece 23:30’da hala “fit-gap” diye tartışıldığı, kahve molasında “BAPI ne zaman kullanılır?” yerine “Satın alma sürecinde fiyat belirleme stratejisi nasıl kurulur?” diye konuşulan o gerçek projelerde…
SAP benim için bir yazılım değildi; bir kültürdü, bir metodolojiydi, hatta bazen bir yaşam tarzıydı. Orada birine “SAP danışmanı” dediğinde kimse “hangi modül?” diye sormaz. Çünkü bilir ki o kişi sistemin can damarını bilir. Sadece kod yazmaz. Süreç okur. Müşteri dili konuşur. Strateji geliştirir.
Ve bu danışman dediğin kavram, öyle tek tip de değildir.
Kimisi süreç danışmanıdır, işin felsefesini bilir.
Kimisi teknik danışmandır, sistemin kalbini söker takar.
Kimisi entegrasyon danışmanıdır, dünyaları birbirine bağlar.
Kimisi BASIS’çidir, SAP'nin ruhunu ayakta tutar.
Hepsi ayrı bir ekoldür. Hepsi kıymetlidir. Ve Almanya’da hepsi ciddiye alınır.
Ama sonra Türkiye’ye bakıyorsun...
SAP deyince akla gelen ilk şey: kartvizitte logo. Sonra geliyor efsane sorular: “Abi SAP biliyor musun?” “Z ekranlarını ezbere biliyor musun?” “Sende VA01 ne kadar sürede açılıyor?”
Yani SAP danışmanlığı burada, kutsal bir mühendislik alanı değil, “ekrana bastıran adamlık” seviyesinde.
Ben orada “neden böyle yapıyoruz?” diye sorgularken, burada “nasıl kısa yoldan yaparız?” diye çözüm aranıyor. Almanya’da bir modülün arkasında 300 sayfa dokümantasyon var. Burada bir modülün arkasında “Muhasebeci abla böyle istemiş” diye not yazıyor.
Türkiye’de SAP danışmanı ne yapar biliyor musun? (İstisnaları dışarıda bırakıyorum) En iyi ihtimalle, geçmişteki Z raporlarının en kısa yolunu ezberlemiş olur. En kötü ihtimalle de, Excel’de yaptığı listeyi SAP’ye nasıl kopyalayacağını bilir — ve buna da “data migration” der.
Yani Almanya’da SAP danışmanı şirketin dijital omurgasını tasarlarken, burada çoğu zaman “hangi shortcut’la MIGO açılıyor?” testiyle karşılanır. Gülme, gerçek bu.
“Abi SAP biliyor musun?” ile başlayan iş görüşmesi
Türkiye’de bir SAP danışmanı olarak görüşmeye çağrıldığınızda genelde şu soruyla başlar:
“Abi SAP biliyor musun?” Soru net, derin ve zekice (!)
Bu ülkede SAP, bir teknolojiden çok “logoyu koyduk mu tamamdır” mantığında ilerliyor. Ben, hasbelkader kader kıyısından köşesinden dahil olduğum bir dijital dönüşüm projesinin proje planını dinlerken sorduğum birkaç soruya cevaben, karşımdaki bana şöyle diyebiliyor:
“Ama bizim Mehmet abi şu ekranı 2 tıklamayla açıyor Deniz Bey…”
İşte tam bu yüzden Türkiye’de SAP danışmanlığı yapmıyorum. SAP’nin adı geçiyor ama içi bambaşka; “ağır sanayi makinesi” yerine “toz pembe süs eşyası” bekleyen zihniyetlerle dijital dönüşüm mü yapılır?
Hangi ülkede danışmana süreç sorulur, hangisinde ekran kodu ezberletilir?
Almanya’da danışmanlığa başladığımda, ilk günümde bana sistem ekranları gösterilmedi. Bana ilk olarak firmanın değer zinciri gösterildi. Satın alma süreci nasıl çalışır, kalite kontrol nerede devreye girer, bakım nasıl planlanır, finansal kapanış nasıl yönetilir — bunları öğrenmem beklendi.
Türkiye’de? SAP danışmanına ilk gün “VA01 biliyor musun?” diye sorulur. Sonra “Z_RAP_MÜŞ_ÖZET” ekranına shortcut atanmış mı, ona bakılır. Yani süreç yerine kısayol konuşulur. Süreç yönetimi? Kervan yolda dizilir kafasında.
SAP danışmanı burada “ekrana bastıran adam” gibi algılanıyor. Almanya’da ise “süreci optimize eden mühendis”.
O yüzden biri kurumsallaşmayı konuşur, diğeri “update eden user’ı da yazsın abi loga” der.
Ve bu yazıyı, işte tam bu farkı anlatmak için yazdım.
Ben sadece geçmişimle değil, içimden geçen sitemle de yazıyorum. ERP ile “mış gibi” yapanlara, SAP’nin ruhunu Excel’e gömenlere, dijitalleşmeyi logo basmak sananlara bir karşı duruş olarak. Bu sadece bilgi verme işi değil, biraz da hesaplaşma. Çünkü ben ERP danışmanlığıyla "taşeronluk" arasındaki farkı çok iyi biliyorum.
2. Danışman Tanımı: Mühendis mi? Kodcu mu? Kervanla mı Gelmiş?
Almanya’da bir SAP danışmanı tanıtılırken şöyle derler: “Süreç tasarlar, metodoloji uygular, sistemi işler.” Ve bu laf boş değildir. Gerçekten de bir SAP danışmanı orada, SAP Activate metodolojisinin canlı bir temsilcisidir. Oturduğu toplantıda business process diagram çizer, RACI matrisiyle sorumluluk dağıtır, test senaryosunda bug’ı bulur, hatta bazen müşteri ekibini eğitir. Kısacası: SAP danışmanı = kurumsal mimarın dijital hâlidir.
Ama Türkiye’de?
Türkiye’de danışmana bazen şöyle hitap edilir: “Abi ekran patladı, Z kodu neydi senin?” Danışmanın tanımı da genelde şu formatta yapılır:
Script yazar.
Ekranlara basar.
Mail’e cevap verir.
“Abi hayırlı olsun, go-live yaptık” diye story atar.
SAP danışmanlığı burada, teknik destekle danışmanlık arasına sıkışmış, kimlik bunalımı yaşayan bir pozisyon. Ne mühendis sayılır, ne de tam danışman. Ama her toplantıda “müşteri bizimle çok memnun” diye rapor tutulur.
Almanya’da SAP Danışmanı = Süreç Mimarı + Metodoloji Uzmanı
Bir Alman danışmanın çantasında şu üç şey mutlaka bulunur:
BPMN şeması
Fit-Gap tablosu
Cümleye “As per the standard process…” diye başlama özgüveni
Yani danışman, sistemin değil, sürecin adamıdır. SAP onun için bir araçtır; asıl odağı işin nasıl daha akıllıca kurgulanacağıdır. O, “neden böyle yapıyorsunuz?” sorusunu sormaktan çekinmez. Çünkü bilir ki, danışmanlık bu soruyla başlar. Ve müşteriler de bu soruyu duymak ister. Çünkü SAP danışmanı onlar için sadece konfigürasyon yapan biri değil, rehberdir.
Türkiye’de SAP Danışmanı = Z Raporu + Not Defteri
Peki burada nasıl?
Burada danışmana genelde şu üç şey verilir:
“Abi Function Module’a bak.”
“O kodu bir yere not al.”
“O ekran çalışmazsa Mehmet’e mail at.”
Yani SAP danışmanı burada genelde teknik support çalışanı gibi çalışır. “Konfigürasyon bitti mi?” diye değil, “Excel hazır mı?” diye sorulur. UAT değil, “müşteri görmesin” versiyonu test edilir.
Ve en kötüsü: Danışmana süreç sorulmaz. Kimse “Bu süreç doğru mu?” diye düşünmez. Çünkü süreç zaten “müşteri nasıl istiyorsa” öyle kurulmuştur. Danışman da ekranın istediği yerlerine “mandatory” işaretler, işi geçer.
“Function Module’a Bak, Not Al” = TÜRK STANDARDI
Biliyorum, acı ama gerçek.
Türkiye’de yüzlerce SAP danışmanı yetişiyor. Ama bunların büyük kısmı, SAP’nin süreç zekâsını değil, “hangi Z ekranında hangi alan required?” bilgisini ezberleyerek mezun oluyor. ERP’yi sistem olarak değil, ekran listesi olarak algılıyorlar.
Ve işin sonunda, dijital dönüşüm projesi bitiyor bitmesine… Ama şirket Excel’e dönüyor. Çünkü SAP çalışıyor ama kimse neyi neden yaptığını bilmiyor.
Özetle?
Almanya’da SAP danışmanı sistem kurar, Türkiye’de sistemde kurcalanır.
Biri süreci sahiplenir, diğeri “abi ekran yine patladı” mesajlarını kovalayan teknik supporta dönüşür.
Ve işte bu yüzden… Danışmanlık burada bir unvan değil, bir süs. Orada ise bir sorumluluktur.
3. Proje Kültürü: Blueprint mi? Yoksa “Abi siz ne yapıyordunuz?”
SAP projesi deyince Almanya’da akla ilk gelen şey: Metodoloji. Disiplin. Süreç tasarımı.
Türkiye’de ise: Koltuk altına alınmış bir not defteri ve “Abi siz burada fatura kesince ne oluyor?” sorusu.
Evet, şimdi eğri oturup doğru konuşalım. SAP projesi bir mimarlık işidir. Ve mimarlıkta çizim olmadan çimento dökülmez. Ama gel gör ki bizde önce beton atılır, sonra “abi keşke buraya bir kapı koysaydık” denir. İşte kültür farkı burada başlıyor.
Almanya: SAP Activate, RACI, iş analizi, süreç haritaları
Almanya’da bir SAP projesi başlarken sahne şöyle kurulur:
“Welcome to the kick-off workshop.”
“Let’s align on the process scope.”
“Here’s the RACI matrix.”
“This is our AS-IS process map.”
Blueprint dediğin, burada sadece bir doküman değil; bir kutsal kitaptır. SAP Activate adım adım uygulanır. Her adımın sorumlusu bellidir, toplantısı planlıdır, çıktısı imzalıdır.
Süreç haritaları çizilir, sorumluluk matrisleri paylaşılır. Ve evet, iş analizi yapılır. Gerçekten. Hani öyle “müşteri ne dedi biz onu yaptık” değil… Müşteri neye ihtiyacı olduğunu bilmeyebilir diye önce birlikte düşünülür.
Kısacası: Orada analiz, “SAP’nin neyi var?” sorusuyla değil, “İşinize en doğru çözüm ne?” sorusuyla başlar. Yani danışman talimat almaz, rehberlik yapar.
Türkiye: “Abi faturayı kim kesiyor burada?” diye sorarak analiz yapılan toplantılar
Şimdi aynı sahneyi Türkiye’de düşün. Kick-off toplantısı genelde şu replikle başlar:
“Abi muhasebe nerede oturuyor, oradan başlayalım.”
Süreç haritası? Yok. RACI? Excel’de unutulmuş. SAP Activate? Sunumlarda duruyor, sahaya inememiş.
Saha toplantısı yapılır, müşteri anlatır, danışman “tamam abi” der. Ne zaman blueprint dokümanı istense “Biz onu Word’e yazıyoruz Deniz Bey” cevabı gelir. O Word dosyası da bir gün “kopyala-yapıştır” ile başka projede yaşatılır zaten.
Analiz toplantısı mı?
“Abi sipariş gelince ne yapıyorsunuz?” “Fatura kim kesiyor?” “Excel’e mi yazılıyor hala?”
Bu sorularla yapılan analizden çıkan şey süreç haritası değil, IT travmasıdır.
Kullanıcı testleri yerine: “Abi test etmedik ama canlıya alalım” kültürü
Ve şimdi final sahnesi…
User Acceptance Test diye bir şey var SAP dünyasında. Yani canlıya almadan önce sistemin gerçek kullanıcılar tarafından test edilmesi.
Almanya’da bu süreç, checklist’li, ekran ekran yapılan, raporlanan bir testtir. Kullanıcı test yapar, danışman yanında oturur, bug çıkarsa dokümana girer.
Türkiye’de ise UAT şu şekilde yapılır:
Danışman: “Abi test ettiniz mi?” Kullanıcı: “Bakamadık valla, işler çok yoğun.” Danışman: “Canlıya geçiyoruz ama değil mi?” Yönetici: “Yapacak bir şey yok, geçelim. En kötü düzeltiriz.”
İşte size UAT değil, Go-Live kumarı. Sisteme geçiyoruz ama test etmeden. Ona da “biz agile çalışıyoruz” kılıfı uyduruluyor bazen. Hadi oradan...
Birinde proje kültürü = sistematik ilerleyen bir mühendislik çalışması, Diğerinde = “Abi ne yaptıysanız onu SAP’ye yazarız” formatı.
Birinde süreç dokümantasyonu proje başlangıcıdır, Diğerinde proje bitince “Biz ne yaptık acaba?” diye hatırlamak için kullanılır.
Ve sonra sistem çalışmadığında herkes aynı şeyi söyler:
“SAP kötüymüş ya…”
Hayır canım, SAP kötü değil. Proje yönetimi yok. Süreç yönetimi yok. Test yok. Metodoloji hiç yok. Ama SAP suçlu. Tıpkı Formula 1 arabasını traktör yolunda süren sürücünün, “Araba yavaşmış” demesi gibi.
4. Müşteri Davranışı: Yöneticiler Ne Bekliyor?
SAP danışmanının karşısında oturan yöneticinin beklentisi, SAP projesinin kaderini belirler. Ama bu beklentiler ülkeden ülkeye öyle dramatik değişiyor ki… Almanya’da “transformasyon” diye girilen odaya, Türkiye’de “Excel’i SAP’ye geçir” diye giriliyor.
Ve sonra da herkesin ağzında aynı replik:
“SAP bok gibiymiş abi.”
E peki neden böyle oluyor? Buyur anlatayım…
Almanya’da: Yönetici SAP danışmanına “benim süreç zayıf, geliştir” der
Almanya’da proje masasına oturan yönetici ne der biliyor musun?
“Unser Prozess ist nicht optimal – bitte machen Sie Vorschläge.” (Sürecimiz yeterince verimli değil, önerilerinizi duymak istiyoruz.)
Yani adam kendi sürecine eleştirel bakabiliyor. SAP danışmanına “hadi sistemi bize uydur” demiyor, “Gelin birlikte en iyisini tasarlayalım” diyor.
Gerçek bir süreç geliştirme işbirliği başlıyor. UAT’lerde yöneticiler aktif olarak katılıyor. Ve en önemlisi: Danışmanın bilgi birikimine saygı var. SAP danışmanı orada “ekran anlatan çocuk” değil, strateji ortağıdır.
Ben buna “müşteri mütevazılığı” diyorum. Adam biliyor ki sistemden önce süreç düzeltilmeli. Ve SAP de zaten bunun için orada.
Türkiye’de: “SAP’yi bize uydur” diye gelen patron, sonra “SAP bok gibiymiş” diye çıkan patron
Şimdi aynı sahne Türkiye’de:
Danışman geliyor, sistem kurulumuna başlamak istiyor. Patron içeri giriyor ve diyor ki:
“Bizim sistemi bozmayın, SAP’yi bize göre uyarlayın.”
Nasıl yani?
“Valla biz Excel’de çok güzel yapıyoruz, aynısını SAP’ye aktarın.”
Sonra?
SAP ekibi Excel’in tüm bug’larını birebir taşır, sistem çöker, raporlar çalışmaz, onay süreci yok, kullanıcılar sinir krizi geçirir.
Ve en sonunda o patron ne der?
“SAP mi? Abi biz denedik, hiç memnun kalmadık.” “Ne faturalama çalıştı, ne depo – sistemi bile açamıyorduk.”
İşte bu sahneler yüzünden nice düzgün SAP danışmanı kahroldu. Çünkü suçlu hep sistem olur. Ama kimse çıkıp da “Ya biz bu sisteme hiç sistem gibi davranmadık” demez.
“Biz eskiden Excel’de yapıyorduk, onu birebir SAP’ye geçir” talepleri
Bu talepler ayrı bir başlık hak ediyor. Gerçekten yıllardır duyulan ama hâlâ sinir bozan bir replik:
“Excel’deki mantığı bozmadan SAP’de birebir aynısını yapalım.”
Bak bunu ilk duyduğumda sessizce gözlüklerimi çıkardım ve “Sen ciddi misin?” dedim.
Yahu sen SAP’ye neden geçiyorsun? Excel’den kurtulmak için. E o zaman niye SAP’yi Excel gibi kullanmak istiyorsun?
Bu durum bana şey gibi geliyor:
Ferrari almışsın ama hala el frenini çekip ikinci viteste gitmeye çalışıyorsun. Üstüne bir de “Araba hızlanmıyor” diye şikayet ediyorsun!
SAP sistemi bir süreç sistemi. Ama sen sürecin kendisini değiştirmeden, sadece yazılımı değiştirince sonuç ne oluyor? Aynı sorunlar, daha pahalı bir arayüzde yaşanmaya başlıyor.
Bonus: En trajik sahnelerden biri – “Excel’de bu alana 400 karakter yazabiliyorduk, SAP’de niye 256?”
Gerçek bir sahne, danışman değilim ama tanığım:
SAP canlıya geçmek üzere. Test süreci bitmek üzere. Son bir kontrol toplantısında kullanıcı sorar:
“Ama Excel’de ürün açıklamasına 400 karakter giriyorduk.” “Burada 256 sınırlı, bu iş olmaz.”
Evet. Bütün SAP yatırımı, projenin akıbeti, 144 karakterlik bir cümleye bağlandı. Proje durdu mu? Durdu. Çözüm? Yok. Çünkü adam “biz alıştık” diyor.
Türkiye’de bazı şirketler SAP projesine yazılım geçişi olarak değil, “mevcut alışkanlıkları süsleme operasyonu” olarak bakıyor. Ve bu yaklaşım, hem danışmanı, hem sistemi, hem de dijital dönüşümü çürütüyor.
SAP’nin özüne baktığında görmen gereken şey şudur:
“Sisteme uyum sağlamak değil, sistemi sürece göre akıllıca tasarlamak.” “Ama süreci de cesurca yeniden kurgulamak.”
Eğer buna niyet yoksa, SAP değil; hangi sistemi kurarsan kur, sonuç pahalı Excel olur.
5. Dokümantasyon: Bir Efsanenin Sonu
SAP projelerinin görünmeyen omurgasıdır dokümantasyon. Ama ne hikmetse, Türkiye’de bu omurga doğuştan çatlak. Çünkü burada belge değil, “bellek” kutsal sayılıyor.
Almanya’da: Her konfigürasyonun, sürecin, UAT’in, dev’in, testin dökümü tutulur
Almanya’daki herhangi bir SAP projesinde şu soruyu sorman yeterlidir:
“Bu alan neden böyle çalışıyor?”
Anında eline bir doküman tutuşturulur:
Konfigürasyon detayları
İlgili süreç diyagramı
Değişiklik gerekçesi
Test senaryosu
UAT sonucu
Versiyon numarası
Sorumlu kişi
Yani danışmanın elinde mouse yoksa, dosya klasörü vardır. Ve bu klasörde “ne neden yapıldı?” sorusunun cevabı mutlaka bulunur.
Bu sadece disiplin değil; geleceği güvence altına almak, kurumsal hafızayı yaşatmak demektir.
SAP danışmanı Almanya’da “kod yazan kişi” değil, kurumsal arşivin yaşayan organizmasıdır.
Türkiye’de: “Abi yazmasak da olur, zaten kafamızda tutuyoruz”
Bu cümleyi duydun mu?
“Ya şimdi onu yazmaya gerek var mı? Zaten herkes biliyor.”
İşte Türkiye’de SAP projelerinin kronik virüsü budur: “Yazarız sonra” sendromu.
Blueprint? Vardı bir ara.
UAT dökümanı? Hatırlayan yok.
Konfigürasyon notları? Mehmet yazmıştı, ama işten ayrıldı.
Proje planı? E-posta ekinde kayboldu.
Kim, neyi, neden yaptı? Bilmiyoruz abi. Zaten sistem çalışıyor.
Böyle proje olur mu? Olmaz!
Ama işte oluyor. Çünkü kimse sistemi geleceğe taşımak için değil, bugünü kurtarmak için kuruyor.
Versiyon güncellemesi geldiğinde “kim yaptı lan bunu?” anksiyetesi
En komiği (ya da en trajik olanı) şu sahneyle başlar:
Yeni versiyon çıkmış. IT müdürü diyor ki: “Arkadaşlar, upgrade yapalım.” SAP danışmanı: “Abi eski sistemde bazı geliştirmeler vardı, onları yeniden mi yapalım?” Yönetici: “Ne geliştirmesi?” Danışman: “Hani şu malzeme kartına özel alan eklemiştik ya…” Müdür: “Onu kim yaptı lan?”
Evet. Projenin kendi içinde bile hafızası yok.
Ve ne yazık ki bunun sonu şu olur: Versiyon yükseltme = Yeni sistem kurmak Yani geçmişin yükü o kadar sahipsiz ki, taşımak yerine tekrar doğuruluyor.
Dokümantasyon sadece bir dosya değil, bir şirket kültürüdür
SAP projesinde yazılmayan her satır, yarın karşına sorun olarak çıkar. Sadece “kim yaptı?” değil, “neden yaptı?” da bilinmediği için, sistem adım adım sabote olur.
Ve sonra bir gün gelir… Yeni danışman gelir. Hiçbir şey bulamaz. Ve der ki:
“Biz en baştan başlayalım, bu sistem çok karışmış.”
Yani ERP projesi, döküman yazılmadığı için ERP yeniden geçiş projesine dönüşür.
Türkiye’de “kafada tutuyoruz abi” kültürü yüzünden, SAP projeleri hafızasız, sahipsiz ve riskli hale geliyor.
Oysa SAP projelerinde yazılan her doküman = sistemin sigortasıdır.
Dokümantasyon yapmayan danışman, bugünü belki geçici olarak kurtarır ama şirketi yarın kendi kendini sabote eden bir organizmaya çevirir.
6. Roller ve Sorumluluklar: Türkiye’de Herkes Her Şey, Almanya’da Herkes Sadece Kendi Şeyi...
Almanya’da danışman “fit-gap” yapar, dev yapan yapar
Almanya’da proje yapısı nedir biliyor musun? Cerrahi ekip gibi. Herkesin görevi bellidir.
Süreç danışmanı gelir: Fit-gap yapar, süreçleri analiz eder, dokümana döker.
Teknik danışman gelir: ABAP yazarsa yazar, yazmazsa yazmaz.
Test uzmanı gelir: Test planını hazırlar, UAT takibini yapar.
Dokümantasyon uzmanı gelir: Projeyi kayıt altına alır.
Change manager gelir: Kullanıcıya anlatır, adapte eder.
Yani herkes uzmanı olduğu işi yapar. Kimse “Abi bu da senin olsun” diye ek görev almaz. Ve en önemlisi: Hiçbir danışmana printer taktırılmaz. (Evet, bunu özellikle vurguluyorum.)
Türkiye’de danışman: fit-gap, dev, test, user training, sistem yedekleme, printer takibi, host dosyası, motivasyon konuşması...
Şimdi sıkı dur.
Türkiye’de SAP danışmanı ne yapar biliyor musun?
Fit-gap analizi
ABAP’a bakma
Kod yazma
Test yapma
UAT organize etme
Eğitim verme
Sistemi yedekleme
Sunucuya RDP ile bağlanma
SQL script’i yazma
İmza yetkisi tanımlama
Kullanıcıya motivasyon verme
Yöneticiye sistem anlatma
Printer IP’si bulma
Excel formülü düzeltme
FTP bağlantısı kurma
Host dosyasına IP ekleme
Ve… canlıya geçiş gecesi kebap siparişi vermek!
Bir noktada artık danışman demiyorsun, “proje kahramanı” diyorsun.
Hatta bazı projelerde danışmana “usta” diyen gördüm. Usta!
SAP danışmanı mı? Yok abi… İşyerinde her derde deva, evde elektrik sigortasını değiştiren adam.
“Abi printer çalışmıyor, SAP’yle alakalı olabilir mi?”
Bu cümle gerçek. Ve çoğu zaman da SAP danışmanı o yazıcıyı çalıştırır. Çünkü danışman “hayır” dediğinde, proje durur. Ama o yazıcıdan çıkan fatura, kimsenin umrunda olmaz.
Herkesin işini danışmana yıkma kültürü
DBA yoksa: “Abi sen DB yedeklemesini de bir kontrol et.”
Network’çü yoksa: “SAP portlarını açar mısın?”
Eğitimci yoksa: “Bir sunum hazırlasan, müdürlere anlatsan.”
Test uzmanı yoksa: “Kullanıcılarla birlikte bi’ test etsen yeter.”
Sonuç?
Danışman her şeyi yapar ama asıl yapması gerekeni yapamaz: Strateji üretmek, süreç tasarlamak, yön göstermek.
Almanya’da “sınır” bir profesyonellik göstergesidir.
Türkiye’de “her şeye koşmak” sadakat sanılır.
Ama o sadakat, danışmanın yavaş yavaş tükenmesidir.
Ve sonunda?
Kullanıcılar danışmana kızar. Yöneticiler “geç oldu” der. Proje başarısız olur.
Sonra da ne denir?
“Danışman çok yoğundu, bazı şeyler atlandı.”
E tabi… Danışman printer takarken RICEFW yazamazdı.
Bu yüzden roller ve sorumluluklar bir lüks değil, bir zorunluluktur.
Bir SAP projesinde kimin ne yaptığı net değilse, orada hata değil, kaza olur. Ve danışman, kaza yapan şoför değil, herkesin üstüne yük bindirdiği çekici kamyonu olur.
7. Süreç Sahipliği: Kim Sorumluysa O Kaçar
Almanya: Süreç sahipleri bellidir, imza atar, hesap verir
SAP projesinde bir sürecin sahibi kimdir? Almanya’da bu sorunun cevabı nettir.
Satın alma süreci? → Purchasing Manager
Lojistik? → Warehouse Operations Head
Finans? → Head of Accounting
HR modülü? → HR Director
Ve bu kişiler sadece sorumlu değil, yetkili ve yetkin kişilerdir.
UAT (User Acceptance Test) formuna adıyla soyadıyla imza atar, ve “bu süreç artık çalışıyor” der. Yarın hata olursa da çıkar “benim hatam” der. Çünkü proje onların işi, sistemi sahiplenmek de onların görevi.
Kurumlar bireylerden büyüktür ama bireylerin sahipliği olmadan kurumlar hiçbir şeydir.
Türkiye: Herkes “o işi ben değil Hasan yapıyordu” diyerek Hasan’ı bekler
Şimdi Türkiye’ye dönelim.
Ortamda 12 kişi var. Süreçle ilgili kritik bir karar alınacak.
Soru şu: “Bu süreci kim onayladı?”
Cevaplar:
“Abi ben bakmadım, Hasan ilgilenmişti.”
“O raporu Mehmet alıyordu, bana sormayın.”
“Fatma Hanım doğum iznindeydi, benden geçmişti ama…”
“Ben toplantıdaydım, o gün sisteme girmedim.”
“Ben test ettim ama diğer modülde hata vardı, benlik değil yani.”
Yani özetle: Kimse sorumlu değil, herkes süreci ‘uzaktan izlemiş’.
Sistemin adı SAP, sürecin adı “Yalancı Çoban”.
UAT raporuna “oldu” yazılır ama test edilmemiştir
Burası tam bir klasik:
UAT dökümanı hazırlanır.
Her adım listelenir.
Kullanıcılara gönderilir.
Ne beklersin?
Her bir adımın test edilmesini, ekran görüntülerinin alınmasını, varsa hata notunun yazılmasını...
Peki ne olur?
Rapor gelir, tüm adımların karşısında tek bir kelime yazar:
“OLMUŞ”
Ama işin acı tarafı şu: Sisteme girip test eden yok.
Zaten test ortamına giren kullanıcı sayısı da 2, biri danışman, diğeri onun demo yaptığı müdür yardımcısı.
Sorumluluktan kaçmak, sürecin çökmesine neden olur
SAP projelerinde başarıyı getiren şey sadece doğru yazılım değildir. Sahiplenmedir. Sahip çıkılmayan süreç, en iyi sistemde bile çürür.
Türkiye’de danışman süreci kurar, test eder, hatta bazen fişi kendi keser... Ama sonra “abi bu olmadı” diyen kullanıcı çıkar. Sebepler?
“Ben o ekranı ilk defa görüyorum.”
“Eğitime çağırmadınız ki beni.”
“Ben o gün izindeydim.”
“Bu bizim süreç değil, IT yanlış anlatmış.”
Yani sorun SAP’de değil, sorunun sahibi olmayan süreçlerde.
Sahiplik yoksa, sistem sizin değil; sadece bir geçici bir misafirdir
Almanya’da sistem kuruldu mu herkes sistemin parçasıdır. Türkiye’de sistem kurulduğunda çoğu kişi hala Excel’de yaşar. Çünkü sistem sahiplenilmezse, sadece bir “başarı hikayesi slaytı” olur. Gerçekte ise çalışmaz.
Bitirirken küçük bir metafor:
SAP bir orkestradır. Ama enstrümanı tutan herkes "ben çalmıyorum, başkası çalıyordu" diyorsa, ortaya senfoni değil, ses kirliliği çıkar.
8. Go-Live Gecesi: Çay mı İçilir, Sucuk mu Yenilir?
Almanya: 3 ay önceden planlanır, step-by-step checklist ile gidilir
Almanya'da bir go-live süreci başlı başına bir mini projedir. Ve inanın, bu adamlar go-live’ı ciddiye alır; çünkü sistem dediğin şey, piyango değil mühendisliktir.
- 3 ay önceden plan yapılır.
- Mock cutover’lar (deneme geçişleri) yapılır.
- Tüm task'lar checklist’lerde tanımlanır, sorumlusuyla, saatiyle, versiyonuyla.
Örnek:
- 22:15 – Cutover Start
- 22:45 – FI Master Data Freeze
- 23:00 – Final Data Load
- 00:30 – Validation Team Approval
- 01:00 – Go/No-Go Meeting
- 01:30 – DNS Update
- 02:00 – Go-Live Confirmation
Ve evet, sabah 6:00 olduğunda sistem açılır. Kullanıcılar gelir, çalışır. Kimse heyecan yapmaz çünkü her şey önceden yapılmıştır.
Yani ortada drama yok. Kimse “abi şu kodu unuttuk” demez. Çünkü zaten test edilmiş, yazılmış, onaylanmıştır.
Go-live değil, operasyonel geçiştir. Bir sistem değil, bir kültür geçişidir aslında.
Türkiye: "Abi yarın sabah canlıdayız, hayırlı olsun!"
Türkiye’de ise go-live genelde şöyle planlanır:
- Tarih: Sonradan hatırlanmak üzere bir Excel hücresine yazılır.
- Bildirim: “Abi müdür dedi yarın canlıya geçiyoruz, bi bakarsın değil mi?”
- Hazırlık: Pizza mı söylesek, yoksa çay mı demlense?
- Planlama? Checklist? Mock? Validation? Cutover rehearsal? Yok.
Ama temenniler var:
- “İnşallah sistem kalkar.”
- “Abi geçen canlıya geçmiştik bir şey olmamıştı.”
- “Zaten öbür modül çalışmıyordu, ona göre yaparız.”
Go-live sabahı herkes dualarla işe gelir
Burası artık bambaşka bir evrendir.
- Saat 07:58 – Ofisin kapısı açılır.
- Saat 08:02 – SAP’ye girilir.
- Saat 08:04 – İlk kullanıcı bağırır: “Abi bu ne ya, hiçbir şey çalışmıyor!”
Sonra olaylar şöyle gelişir:
- “Abi interface gelmemiş.”
- “Kasa fişi yanlış düşüyor.”
- “Depoya mal gözükmüyor.”
- “TL/Euro çevrimi ters olmuş.”
- “Abi fiş kesti, sonra kayboldu.”
Ama kimse şaşırmaz. Çünkü herkes zaten bir şeyler olmasını bekliyordur. Yani aslında başarısızlık değil, beklentinin gerçekleşmesidir.
Sucuklu tost – canlı geçişin sembolü
Türkiye’de canlı geçiş geceleri öyle raporlarla, status meeting’lerle değil... “Gece 2’de sucuklu tost” ile anılır.
Bu tost, bir yandan sistem çökerken diğer yandan danışmanın moralini yüksek tutan karbonhidrat kaynağıdır.
Not düşelim:
Gerçek bir Türkiye SAP Go-Live’ı, sucuk kokusu ve hafif panik içeren Slack mesajları olmadan tamamlanmış sayılmaz.
Almanya’da Go-Live demek: Kontrollü, hesaplı, yönetişimli bir geçiştir.
Türkiye’de Go-Live demek: “Allah’a emanet ettik, haydi bakalım” demektir.
9. Fatura: Hizmet mi Satıldı, Arkadaşlık mı?
Almanya: Adam/saat hesaplanır, resmi kontratla faturalandırılır
Almanya’da danışmanlık işi başlarken şöyle başlar: Önce sözleşme, sonra iş. Hangi danışman, kaç gün, hangi iş paketi, hangi sonuç beklentisi? Hepsi kontratın içinde net yazılıdır.
“FI modülünde AR süreci, 4 adam/gün, UAT dahil” “Cutover danışmanlığı, 6 adam/gün, otel+harcırah firma tarafından karşılanır”
Fatura mı kesilecek? SAP çözüm ortağı danışmanını getirir, çalışma raporlarını sunar, ay sonu fatura gelir. Kimse şaşırmaz. Çünkü herkes bilir ki: Zaman = para. Hizmet = değerdir.
Kimse "Abi bi kahve içti gitti" demez, çünkü o kahveye kadar gelen süreç zaten 3 sprint + 2 test senaryosudur.
Türkiye: “Abi sen bize bir indirim yap, sonra diğer fabrikaya da seni alırız”
Burada işler… biraz farklı işler.
- Kontrat mı? “Abi sonra hallederiz, biz önce sistemi bir görelim.”
- Adam/gün mü? “O nasıl hesaplanıyor ya? Sen zaten her gün tam gelmiyorsun ki…”
- Fatura mı? “Abi bu kadar ne yaptık ki? Zaten üç ekran gösterdin.”
- Pazarlık mı? “Abi seni seviyoruz, sen de bizi sev. Şu faturayı biraz kırsan?”
- Ve en sevdiğim bonus: HAVUÇ :) “Bak bizim diğer fabrikaya da SAP gelecek. Oraya da seni sokarız, sen şimdi indirimi bas gitsin.”
Yani danışmanlık değil, akrabalık modeli. Bir fatura değil, ilişki yönetimi. Fiyat teklifine değil, duygu sömürüsüne yatırım.
“Bu fiyat çok değil mi ya?” + “Sen çay içip gittin sadece”
Bazı firmalar, danışmanı ofiste gördüğü dakikayla fatura arasında matematik kurmaya çalışır. Gün biter, danışman gider, akşam WhatsApp'tan mesaj düşer:
“Abi 180.000₺ biraz fazla değil mi ya? Sen zaten 10:45’te geldin, 15:30’da çıktın. Arada 1 saat çay içtik. 3 saat çalıştın, 180.000₺ ne?”
Yani yapılan iş, çözüm, analiz, toplantı, mock-test, deployment hiçbir şey sayılmaz. Çünkü oradaki mantık şu:
“Danışman demek, klavyeye hızlı basan adam demek. Tuşa basmadıysan para hak etmedin.”
Bunu Almanya’da bir müşteriye söyle bakalım. Adam sana "Vertrag" diye bağırır. Sözleşme + hizmet raporu = fatura. Duygularla değil, evrakla çalışırlar.
Türkiye’de danışmanlık bazen “gönül alma sanatı”dır
Sen SAP danışmanısındır ama bir noktadan sonra:
- Satışçı olmuşsundur,
- İkna koçu olmuşsundur,
- Çay arkadaşı olmuşsundur,
- “Abi bak benden sana zarar gelmez” demeci olmuşsundur.
Sonuç? Danışman değil, meclis vekili gibi çalışan bir meslek erbabı olmuşsundur.
Almanya:
"Hizmet alındı, süre kaydedildi, sözleşme var, fatura gönderildi." “Danke. Überweisung erfolgt.” (= Teşekkürler, EFT yapıldı.)
Türkiye:
“Abi gönlümüz bir, sen yine fiyatı düşün, bu fabrikaya seni yazacağız.” (Ve o fabrika asla SAP geçişi yapmaz.)
10. Sonuç: Aynı Sistem, Farklı Galaksi
- SAP aynı SAP. Ama Almanya’da ciddiyetle kurulur, Türkiye’de “SAP geçtik yaa” diye hava atmak için.
- Sistem aynı. Kod aynı. SAP GUI aynı. Ama kuran farklı. Biri blueprint’i kutsal kitap gibi masaya koyar, diğeri blueprint yerine “Ben Excel’e yazdım ya” der. Almanya’da SAP geçişi bir strateji işidir. Türkiye’de ise genelde kurumsal influencer’lık için süslenmiş bir vitrindir.
- Biri kurumsal zekayı sisteme entegre eder, diğeri Excel’i SAP’ye entegre etmeye çalışır.
- Almanya’da müşteri şunu der: “SAP’ye geçtiysem artık Excel’i çöpe atmalıyım.”
- Türkiye’de şunu der: “SAP’ye geçtiysek, Excel raporlarımı SAP’ye alalım.”
- Yani zihniyet farkı sadece proje yönetimini değil, sonucun kaderini belirliyor.
- Danışman aynı olabilir, ülke farkı uçurumdur.
- Aynı danışman Almanya’da metodoloji kahramanıdır. Türkiye’de ise "Abi printer bağlanmıyor, bi bakar mısın?" denilerek ofise çağrılır. Almanya’da süreç mimarıdır. Türkiye’de "host dosyasına IP yazan eleman"dır.
- İşte bu yüzden aynı adam, iki ülkede bambaşka tecrübeler yaşar. Ve işte bu yüzden ben de yıllardır Türkiye’de bir SAP projesi yürütmüyorum.
Genel Değerlendirme & Veda
Sevgili kurumsal dönüşüm heveslileri, sevgili LinkedIn beyaz yaka ahalisi,
Artık herhalde Almanya’da yetişmiş, süreç temelli düşünen, mühendislik kültürüyle yoğrulmuş bir SAP uzmanının neden Türkiye’de herhangi bir projeye elini sürmediğini daha iyi anlamışsınızdır. Kusura bakmayın, ben “SAP danışmanıyım” deyip ekran ezberleten, metodolojiden bihaber, her soruya “abi note’ta yazıyor” diyen yapılarla aynı fotoğrafa girmem.
Ama bir şey daha söyleyeyim: Tüm bu kaosun ortasında gerçekten liyakat sahibi(!), gece gündüz didinen, kurumsallığı savunan, “abi sistemi yanlış kullanıyorsunuz” dediği için susturulan danışmanlar da var. Bu yazı onlara da bir selamdır. Allah sabır versin. Ve umarım bir gün o sabır, sizi hak ettiğiniz değere ulaştırır.
ERP bir yazılım değil, bir kültürdür. SAP bir sistem değil, bir zihniyettir. Bunu anlayan herkesle yollarımız mutlaka bir yerlerde kesişir.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Dijital dönüşüm yolculuğunuzda gerçekten aklı başında tercihler yapmanızı dilerim.
Sevgiyle,
Dipl.-Ing. Deniz Cengiz
SAP’yi Almanya’da öğrenen, Türkiye’de izlemekle yetinen mühendisiniz:)
Yorumlar
Yorum Gönder